i ran away with my imagination

kendim olmaktan yoruluyorum. bu kadar kolay kırık dökük kalmaktan da. bazı şarkılar gerçekten on sekiz buçuk(!) yıllık hayatımın özeti. tüm sabahlar da içimin. ben belki o hayalimin içine hiçbir zaman kimseyi almayacağım. 

zaten, kimsesiz hayaller kurmayı hep sevdim. balonla beş hafta kaçsam yanıma uçurtmamı alırdım. ensem üşüyor. saçım kısa. 

su, şapka ve kar
bölüm o kadar güzel ki. daha ikinci günden güzel yani. ders içeriklerini hocaların ağzından duyunca resmen heyecanlanıyorum. ilk ödevi verdiler diye mutluluktan çıldırmak üzereyim. çok güzel ya. ÇOK. kendime küçük olması gereken a4 boyutunda bi sketchbook aldım; çünkü sayfaların rengi harikaydı. soonnraaa günün en büyük katkısı vellum'un aydınger kağıdı anlamına geldiğini öğrenmem. dhfghhgjg. bi de ödev için "başarılı olmuş" bi dergi almam gerekiyordu, ordaki reklamlardan birini seçip üzerine çeşitli şeyler yapmam gerekiyor çünkü, düşündüm taşındım öyle cafcaflı reklamlar kadın dergilerinde olur. ama d&r'dan kadın dergisi alırken ne kadar utandığımı anlatamam. (bi kız olarak boxer alsam daha az utanırdım herhalde. evet tepkim manasız ama oluyor, oldu. napalım.) hayır asıl anlamadığım 30 MİLYONA İTHAL DERGİ VAR. şaka mısınız. yabancılar alıyorsa da yazık yedikleri kazığın farkındalar mı acaba. ayrıca vogue aradım. türkiye şeysini. BİR ADET BİLE YOKTU. arkadaş bu kadar fazla okuyorsanız sokakta gördüklerim neler? falan fişmekan. tek sorun şimdilik tek bir allahın kuluyla konuşmamam. arkadaşlarımın yanına gidince, okul dışından yani, kendimi cennete düşmüş gibi hissediyorum. işin daha da kötüsü ilk iletişimi kurmak konusunda insanların benden de çekingen oluşu. neyse. daha ikinci gün. gaza gelme ekin. 
elimde olsa seni uzaktan izlemek isterim. benle ama bensiz bi dünyada neler yaptığını görmek için. mükemmelliğin imkansızlığını hissetmek istemek nasıl bir şey-di sorsalar bugünden önce cevaplayamazdım. ama bir kurabiyenin kabından tek bir kırıntısını bile geride bırakmadan çıkıp tabağıma gelivermesi ve tadının böylesine güzel olması, kafamı karıştırıyor. bir şey olmalı diyorum. bir şey. 

sonra aynadan kendime gülümsüyorum, önünde sonunda sen de gideceksin. üstelik senin görünen yolların var bu kez. görmezden gelemediğim. bildiğimiz, çok iyi bildiğimiz. ben neyin derdindeyim? sanırım yerdeki yaprakların üzerinden geçmenin. 
how often do you find the right person?

en güzel tagline olsa gerek.

buraya ilgi çekici bir başlık gelecek.

(ki okuyun)

demir çeneli melekler vardı cnbc-e'de belki denk gelmişsinizdir. denk gelmeyenler için de özetlersem amerika'da kadınların oy kullanma haklarını elde etmek için verdikleri mücadele anlatılıyor. birkaç gündür 'medya'da dönen 'fenerbahçe maçına giden kadınlar' konulu geyikleri herhalde duymayanınız kalmadı. üzerinde en fazla konuşulan (benim gördüğüm kadarıyla) kız - kadın denmesiydi. üzerinden bir gün geçtikten sonra da televizyon ve gazetede (erkeklerin egemenliği altındaki medya kuruluşlarında yani) "kadının ceza olarak görülmesi"ne işaret edenler kadın gazetecilerdi. kadınların yaptığı programlara hazırlanan "vtr"ler ise erkeklerin elinden çıkmıştı ve denk geldiğim bir tanesinde de aynen şunlar geçiyordu: 

tezahürat bile yapamadılar
taç atılırken bile çığlık attılar
maç bitimi skordan haberleri bile yoktu

dalgayla karışık, kadın gazetecilerin "vtr"nin bitiminden sonra sırıtarak karşıladıkları bu cümleleri nasıl oluyor da yedirebiliyoruz, umursamadan geçip gidebiliyoruz bunlardan, anlayamıyorum. kızlar - kadınlar olarak hakikaten bu kadar "gerzek" miyiz? bunlar olmamış da olmuş gibi gösteriyorlar demiyorum, olaya bakış açısından bahsediyorum. 

konu bir şeylerde fanatikliğe geldiğinde (sırf takım tutmak değil kastım, dini, siyasi, sosyal her konuda) yani konu koyun gibi sürünün içinde kaybolabilmeye geldiğinde üzerimize yok. ama olay ne zaman bireysele ya da azınlığa geliyor kimse elini dokundurmuyor. azınlığın içinde olsa bile dokundurmuyor.

size dokunmadan bin yaşayan o yılan dönüp bir gün sizi sokacak. değer verdiğiniz insanları sokacak.

kaçınız bir yerlerde "düşünmek mutsuzlaştırır" ve türevi cümleleri gördüğünüzde beğendiniz ya da katıldınız? bence birçoğunuz. düşünüp hiçbir şey yapmadıkça da o mutsuzluğun içinde kalmaya devam edeceksiniz. yılbaşında taksim'de bilmem kaç erkeğin saldırdığı kadının çığlıklarını herhangi biriniz duyup da unuttu mu? ben unutmadım çünkü izlediğimde ödüm patlamıştı. kadının yüzündeki dehşet hala net olarak aklımda çünkü ben de tacize uğradım. sokakta hemen her dışarı çıkışınızda yediğiniz tek bir laf bile taciz. bir ıslık, bir ses bile taciz. bunun bal gibi de farkındasınız. farkındayız. 

bunları herhangi bir siyasi görüşte olduğum ya da feminist olduğum için söylemiyorum. bunlar insan olarak yaşamaya çalışırken kadın sıfatı taşıdığım için yaşadığım, düşündüğüm şeyler. yarın kalkıp kendimizi sokaklara vuralım da demiyorum. on sekiz yaşındayım ve bu blogu izleyenlerin de üç aşağı beş yukarı aynı yaşlarda olduğunu tahmin ediyorum. çok klasik ama yarın bir gün "okumuş" insanlar olarak iş hayatında yer alacak olan bizleriz ve kabul edin etmeyin "nasılsa birileri yapar"daki 'birileri' de biz oluyoruz; çünkü düşünüyoruz ve mutsuzuz. 

sadece şunu okuyan birkaç kişinin bile içinde bir şeylere tepki verebilme cesaretinin oluşmasını isterdim, o kadar. bunları düşündükçe kendimi çok yalnız hissediyorum çünkü. evet demir çeneli melekleri izledim ve insanların cinsiyetleri yüzünden maruz kaldıklarına karşı verdikleri mücadeleyi "amaan film" deyip görmezden gelemedim. 

"aman sen de"leriniz için çarpı işareti hemen köşede duruyor. hepinize iyi geceler diliyorum.

ne için tükenmiştik?

tezler, uykusuz geceler, biyoloji raporları, sabahlamalar, sinir krizleri hep şu diploma içindi. sonunda aldık. bu da bitti. webcam'den kalitesiz kalitesiz gururlanayım dedim.

program yayınlanmış. perşembe günkü üç saatlik boşluk hariç fena değil. mesela çarşamba günü okula git - eve gel - uyu üçlüsünün sıklıkla tekrarlanacağı bir gün olacak gibi duruyor. zira sekiz kırktaki derse yetişebilmek için sekizdeki servisi yakalamam, o servisi yakalayabilmek için de yedi yirmi gibi en geç otobüste olmam gerekiyor. eh bi de hazırlanma süreci var ki kalkış saatini altı buçuk yapar. ADETA LİSE. introduction to computing dersinde de neler olacak belli değil. çünkü mesela bilgisayarlar mac. yine de 26'sı bir gelsin artık. otur otur da bir yere kadar. 

koşun koşun!

size güzel bi kısa film çaldım da geldim. ayrıca ehliyet sahibi olduğumdan bahsetmiş miydik?

evin önünde sulanmayan çiçekler gibi

-sen böyle değildin ya. noldu sana. düşünme bu kadar.

içimdeki umutsuzluğu insanlardan saklayamadığım zamanlar oluyor. konuşmaktan korkuyorum. ağzımı açmaktan, gördüklerimi söylemekten. anlatmaktan. bugün direksiyon sınavı vardı. koltuğun sırt kısmını ayarlayamadığımdan doksan derecelik açıyla araba kullandım. biraz tuhaf olduğunu itiraf etmem lazım. sanırım iyiydi ve geçeceğim. yarın öğreneceğiz sonuçları. aklımda bazı şeyler var. onları yapmak istiyorum çünkü kendimi çok çirkin ve çok yalnız hissediyorum. sevdiğim üç insan da benden çok uzakta. bir şeylerin bir türlü geçmediğini anladığımda, olanlar çoktan olmuş oluyor. geç kalmış oluyorum. kendimi mutlu etmenin bir yolunu bulmalıyım.


başım düştü saksıma.

oryantasyonun ilk gün özeti:

servisi kaçıracağım servisi kaçıracağım servisi kaçıracağım serv-
sıkıcı
kızların %80'i aynıymış.
sıkıcı
grafik var, mimarlık var, iletişim neden yok?
reklam mı hmmmmmm. yazıyorum bilgilerimi.
sıkıcı
sıkıcı
kızların %90'ı aynıymış.
sıkıcı
toplum gönüllüleri'ndeki insanları sevdim.
sıkıcı
sıkıcı
"oha abi, kızın cipi var. hem de kırmızı.........."

durduk yere takılan şarkılar var.

üst üste gelme meselesi.

hazırlığın ilk aşamasından çıkıp henüz döndüm eve; ama bahsetmek istediğim mevzular var. sınavın bir bölümünde  (ilk aşama şıklıydı) üst üste 45646 tane c işaretledim. sonra içimden "laaaan" diyerek hanfendiliğimi yerle bir ettim ve sorulara tekrar baktım. hiçbirini değiştiremedim. sonra kendi kendime - optikte çeşitli mevkilerde üç adet şıkkın üst üste gelmesinden ötürü - bi takım taktik tahminleri yaparak "gerçekten biliyo muyuz diye kontrol etmek için yapmışlar. tabi tabi. yoksa niye böyle olsun yhaah" diyerek yoluma devam ettim. sonlara doğru 'bildiğin ama bilmediğin' (bkz: advocate, implicity, virtually, devote vb.) kelimelerden serpiştirmişlerdi şıklara. iki sorum boş (tabi size 170 soruda 2 boşum olduğunu söylersem aranızdan bazılarının "OHA" diyeceğini biliyorum. ama alınmadım :::::))))) -demeyin lan. ) ve bi kaçından emin değilim. yine de geçiyorum herhalde.

şuna benzer bi soru vardı ayrıca:

 _______of them old enough to drive.

a)none
b)every
c)some
d)any

hayır bana sorarsan none da olur some da. bu ve buna benzer belki de teoride çok yanlış ama pratikte milletin çatır çatır kullandığı bi kaç soru daha vardı. 

bi başka mevzu da şu: bence ben acıktığımı anlayamıyorum. acıktığımı anlayamadığım için de sürekli bi yeme halindeyim. evde başka bi şey olmadığı için de cornflakes yiyorum devamlı. bu kadar yani. bu. dün spartacus izlemeye başladım ve bu kadar testosteron dolu bi dizi daha görmemiştim. (evet andy whitfield'ın öldüğünü de biliyorum.) rüyamda bile adamlar savaşmaya devam ediyorlardı.

not: sözlükten baktıktan sonra "devote"u hatırlamamama hayretler içinde kaldım çünkü insan nasıl olur da "hooppplıııssliii diivootıııdd tuu yuuu"yu unutabilir?

ARTIK RESM- değil tabi. kayıt da olduk. kimliği de aldık. neyse ki hacettepe ve odtü'nün aksine kimliğe üniversite sınavı için çekilen abuk webcam fotoğrafını değil de götürdüğümüz vesikalıkları koydular. ha pis pis sırıtıyor görünümlüyüm o vesikalıkta orası ayrı. 15 adet oryantasyon paketini de 4'e indirdim ve sonuç olarak "yeşilırmak seçeneği"nde karar kıldım. programın içinde kosmos ve çoğunluk filmlerinin gösterimi olması da AYRI BİR MEVZU. yeterli puanı toplayıp 1 kredilik bu dersi tamamlarkeen tabi ki de spordan kaytarmayı planlıyorum. bakalım. abim "yeterli puanı alıyor olman lazım." diyerek yüreklere su serpti. beklediğimden farklı olarak fazla karmaşık bi öğrenci yelpazesi vardı yalnız. kırşehir'den gelenden tut da iki gün önce londra'dan gelenine kadar. yani. buna. biraz. sevinmiş. olabilirim. ayrıca okulun toplum gönüllüleri çalışmalarını çok sevdim.  gerçekten, güzel. bakalım ilerleyen günlerde kurcalayacağım. evet sizi bu bomboş yazı ve şu videoyla bırakıyorum. (bazı grupların sadece bi şarkı çıkartabilmesi çok üzücü.)

ayrıca şey. how i met your mother izlemeye karar vermiştim. ama altı sezondur ted'in tanışamadığını düşününce. bilmiyorum. oh oh seyirciyi bulduk koy gitsin kafası varmış gibi geldi biraz. bu daa bööylee biiirrr-
girdi. mi? fjshgdçhkdh. motordan bile 78 almışım. vay be. ayrıca arkadaşlar bayram tatilini erkenden başlattıklarından sonuçlar ancak açıklandı ve muhtemelen direksiyon sınavı da bir sonraki hafta. bekleyip göreceğiz.

yarın abimle kayda gidiyoruz. mutlu mutsuz heyecanlı heyecansız arasında bir yerlerdeyim. okuldaki ortamımı daha çok sevsem çok daha haahhhaayylı bir hayatım olurdu diye düşünüyorum. bugün yine bir başka uğurlama yemeğindeydik ve alezden bahsettik. evet bildiğin alez. hatta başak " ielts mi? " diyerek ortama ağırlığını bile koydu. londra'da benimle aynı bölümü okuyan arkadaşımla konuştuk telefonda ve yaptıkları şeyleri dinleyince içimdeki gelecek endişesi ani büyümeler gösterdi. bilmiyorum. genel bi mutsuzluğum var ve bunu kıramıyorum. keşke bu mutsuzluğun sebebi bi karşı cins olsaydı diye düşünüyorum sık sık. keşke öyle olsaydı.

o zaman işler çok daha kolay olurdu.
sanırım biri yakışıklı adamlar ya evlidir ya da eşcinseldir dediğinde accayip bir teori (?) ortaya attığının farkında değildi; ama ben xavier dolan'dan sonra bu teoriye tüm kalbimle inanıyorum. (ha brad pitt hala bir istisna orası ayrı mevzu.)

hipster'lardan hoşlanmayanları falan bi kenara bırakalım, adamın saçı ve tarzı gayet sevimli. ama asıl üzerine laf gevelemek istediğim bunlar değil, dolan'ın ilk filmi j'ai tue ma mere. yani annemi öldürdüm. daha popüler olan filmi les amours imaginaires olmakla birlikte (ki tesadüfler sonucu haa o film o film miymiiiiiş, diyerek rastgeldiğim filmdir kendisi) daha fazla ödüllü filmi de ilki. filmin 2009 yapımı olması şu ayrıntıyı da gözümüze sokuyor: adam filmi on dokuz yaşındayken çekmiş ve izlerseniz göreceksiniz ki on dokuzunda gayet yüksek bi algı ve yorumlama olgunluğuna erişmiş kendisi.

tabi kaydın amacı film tanıtımı olmaktan çok birkaç anne temalı kayıt okuyunca benim de kendi anne - kız ilişkimi sorgulamamamı buralara yansıtmaktı; ama pek olmadı. yine de diyebilirim ki erkek olsaydım veya biraz daha az duygusal yapıda, olanı biteni aptal gibi içine atmayan birisi tepkilerim hubert'le aynı olurdu.

insanın anne - babasına sarılmaktan, özellikle annesine dokunmaktan kendini çok, çok uzak hissetmesi daha ileriki yaşlarda olması gereken bir şey diye düşünüyorum (ya da belki de hiç olmaması gereken bir şey) ; çünkü bu kadar erken olunca birini ne kadar seversen sev, ne kadar değer verirsen ver 'sarılmak' içi boş bir eylem oluyor. yaptığın hediyelerle o boşluğu doldurmak istiyorsun. yine de o yarım kalmışlık içinde, gözlerinde bir yerde kendine bir yer buluyor ve bir türlü ne kadar sevdiğini gösterememekten korkuyorsun. gösterdiğin zamanların da seni hep yüzüstü bıraktıklarını hatırlayarak. oysa dokunmak ne güzeldir.
kafayı yememek için tanrı ve adaletini kimle konuşmak gerekir, diye sordum kendime. bir imamla mı, bir papazla mı, bir ermişle mi ya da bir ilahiyatçıyla mı. dünyadaki kötülük bana sıklıkla fazla geliyor. insanın kendi kıçını kurtarmakla insanlığı "kurtarmak" arasında yapması gereken(?) seçim çok acımasız.

şimdi bir adam öldürüldü.
şimdi bir kadın tecavüze uğradı.
şimdi bir çocuk dövüldü.
bir çatışma başladı
belki de bir okul kundaklandı.

herkes yaptığı şeylerin karşılığını alarak mı yaşıyor gerçekten.

otobüs and the erler, bir haftasonu klasiği.

-topla topla topla... şimdi naptın ama sen? orta şeride geçtin. arkadan gelse biri, vurdu.
+ :((((((((((((( 

bugün girdiğim deneme sonrası cope'un zor olmanın yanından bile geçmediğini, yeni arkadaşlarımın ( :)))))))))))))))) ) audi'lerine alışmam gerektiğini, kartpostal bulmanın benim için ne kadar zorlu bi yolculuk olduğunu ve bi gün bi cinayete tanık olursam katil kaç yaşlarındaydı diye sorduklarında "eeeee 20-21 gibi. 19 da olabilir. sanırım 27'ydi........ :((((((((" diyeceğimi öğrendim. fark ettim. ve benzeri.

otobüse o kadar sık bindim ki şu yıl, iki saniyelik temasımızdan nefret besleyebildiğim benimle yaşıt biletçi bir çocuk var. gerizekalı bilet vermediği gibi isteyince küfreder gibi veriyor. ben de bugün 1.35 tl verdiğim otobüs parasının 5 KURUŞUNU GERİ İSTEDİM. elime fırlattı. djhgdşjklgmkfjdlş. bi havalar bi havalar. NEYİN KAFASINDASIN LAN. altı üstü bilet veriyorsun. oturmaktan kıçın düzleşiyor tüm gün. IDIOT. şikayet edeyim de gör. plakanı aldım lan!

hafta sonları otobüsler fena oluyor.

dün yine direksiyon dersindeydim. bu sefer farklı bi hocayla.

cuma günü ehliyet kursundan beni aramışlardı sabah dokuz buçukta. DOKUZ BUÇUKTA. o saatte tabi ki de telefonu açmadım. meğer üçündeki direksiyon dersini canlarım ikisi diye yazmışlar. beni de niye gitmedin diye arıyorlarmış. tabi ben bunları üçünde öğrendim. dün gittiğimde fark ettik ki ben listede yokum. ama sevgili eyüp derse geç kaldığından ( zira kendisi dokuzda başlayan ders için on birde hocayı arayıp " pardon biraz geciktim de geliyorum ben" dedi.) hiçbir şey olmamışcasına çalışıyorduk biz. AMA. tanrı istemezse yaprak düşmezmiş. bil bakalım ne öğrendim. FREN KULLANMAYI BİLMEDİĞİMİ. önceki hoca sağolsun ben debriyaja basarken frene basmış, bana da söylememiş. ben ki araba konusunda cahilin önde gideniyim hangi ara kendimin basması gerektiğini anlayacaktım acaba. ayrıca direksiyonuma o kadar fazla müdahale etmiş ki U DÖNEMİYORUM. dönünce şeridim kaçıyor. üçüncüde ancak şöyle böyle başarabildim. fren kullanmadan sınava girecektim bi de. tabi diğerini geçtiysem.

KAYKILIN.

öncelikle çıplak ayaklı düşes'e film tavsiyesi için buket buket teşekkürlerimi yolluyorum buradan. çok sevdim. sonra blogger yeni arayüz yapmış biraz fazla, nasıl desem, ofis işi gibi. kişiliksiz bi görünümü var. 

VE. EYLÜL GELDİ. KAYKILIIIINN!!!!!!

ağustosun sonunda bitmiş olması mucizevi gibi. 
eylül programı yapacak olursaaak:

  • 6'sında kayıtlar ve ehliyet sınavının ilk aşamasının açıklanması var. (son altı ay içinde çektirmiş olduğum vesikalık, olmayan ablama benzediğinden ve saçım uzun olduğundan gidip tekrar çektirmem gerekiyor. diyeceksin ki e uzunsa nolmuş, nüfus cüzdanında kumral olup da hayatının geri kalanına sarışın devam eden insanlardan olmak istemiyorum. o var. ayrıca yıl olmuş 2011 hala gidip vesikalık çektiriyor ve üstelik gerilim dolu dakikalar yaşıyoruz lan.)

  • olur da ilk aşamayı geçersem -ki motordan kaldığıma dair güçlü duygular besliyorum-10'unda direksiyon sınavı var. (arabayı kaldırırken hala istop ettiriyorum ya da DELİKANLI bir ankaralı gibi arabaya patinaj çektiriyorum ışıklarda. vitesi değiştirmem gereken o mühim süreyi kafamda "şimdi bu ses vitesi değiştirmem gerektiği anlamında mı yoksa hızlı gidiyorum diye mi geliyor acaba lan?" diye sorgulayarak geçiriyorum ve bunların hepsi toplaşıp bi araya geldiklerinde sınavdan geçemediğimin bildirisi sayılıyor.)

  • 13'ünde hazırlık atlamanın ilk aşaması. (geçiyorum. kaçışı yok.)

  • 14'ünde hazırlık atlamanın ikinci aşaması. (LELELLÖLELLELÖELLAALAlalalalaa. geçsem iyi olur.)

  • 26'sında okul başlıyor. öyle ya da böyle, viva la vida yavrum, diyerek ve erken kalkmaya küfürler saydırarak okula başlıyoruz.

yani aslında bir ay daha var ama en azından yapacak bir şeyler de var arada. bir yıl boyunca bi ara gece gündüzü karıştıracak kadar çalışınca insan acayip bi boşluğa düşüyor. üç ay. bomboşsun. son olarak feysbuk çette "üniversiteyi naptın sen ya" diyen arkadaşa seslenmek istiyorum. profil orada. çalış da gel abi. böyle ucuz numaralarla, ayıp.


ayrıca bundan herhangi birinizde var mı? ya biri hesap almış benden geçiniyor ya da ben anlamadım.