sanırım deliriyorum.

anneannem bana ilk "erkekler"le ilgili öğüt verdiğinde altı yaşında falan yoktum herhalde. kanepede uzanmış, bacaklarımı havaya kaldırmış sallıyordum sonra yanıma gelip "biri sana bir şey yapacak olursa.." diye söze başlamıştı. tam olarak ne düşünmüştüm hatırlamıyorum, kafamı salladığım aklımda kalmış bir tek. 

hiçbir zaman fazla kalabalık yerleri, kişisel alanımın daraltıldığı yerleri seven bir insan olmadım, hala daha kıç kıça tepineceğim bir yerdense sessiz sakin sohbet edebileceğim bir yeri tercih ederim; ama tercihimin kişisel bir karar olmaktan fazlası da var.

lise birdeyken, hayatımın daha ikinci konserinde tacize uğradığımda yaşadığım korkuyu, şoku ve çaresizliği aradan dört yıl geçmiş olmasına rağmen hatırlıyorum. gözlerimin ne olduğunu fark edince nasıl büyüdüğünü. konser gecesi eve döndüğümde ve devam eden günlerde kafamda yaşadığım anneme söyleyip söylememe ikilemini. fazla seçeneğim yoktu ama: ya susacak geçmesini bekleyecektim ya da zaten paranoyak olan anneme anlatıp özgürlüklerimin daha da kısıtlanmasını seyredecektim. ilkini yapmayı tercih ettim.

on beş yaşında bunu yaşamış olmak bana paranoya dolu yaklaşık bir yıla ve bir metre yakınımda olan her erkeğe potansiyel tacizci gözüyle bakmama mal oldu. hatırlıyorum bir gün otobüste eve dönerken, otobüste iki kişinin birbirleriyle el hareketleri ve göz temasıyla konuşup beni gösterdiklerine karar vermiş, otobüs durağa gelir gelirmez koşarak eve gitme planı yapmış, elime anahtarı almış sıkıp duruyordum, karşımdaki kadın da ne olduğundan bihaber garip garip bana bakıyordu.

ortaokuldan itibaren "öyle mi çıkacaksın" "o biraz kısa olmamış mı" "saat kaç oldu"larla büyümüş bir 'kadın' olarak -çoğu hemcinsim gibi- , artık daha mantıklı düşünebildiğimi "yasaların" da kabul ettiği yaşı da geçmiş olmama rağmen "ama onlar da haklı, senin iyiliğini düşünüyorlar"ı anlamamakta ısrar edeceğim. normal olması gereken benim kısıtlamalarla büyütülmem ve bu kısıtlamalar içinde yaşamaya devam etmem değil, "devlet" dediğimiz artık ne işe yaradığını hiçbir şekilde aklımın almadığı, beynini bok bürümüş insanların oluşturduğu "şey"in yaşama hakkımı garantilemesi normal olan. 

normal olan benim tacize tecavüze uğramamayı öğrenmem değil, normal olan toplumun taciz tecavüz etmemeyi öğretmesi. normal olan cinselliğin normal olduğunun kabullenilmesi. normal olan penisin bir gurur kaynağı, vajinanın bir utanç kaynağı olarak algılanması değil. 

tecavüze uğramış kimseyi tanımıyorum; ama tacize uğramış bir birey olarak yaşadıklarım bile hayatıma bu kadar etki etmişken, tecavüze uğramış olmayı hayal bile edemiyorum. ortalıkta günlerdir dolanmakta olan belli bir zihniyetin ürünü olan zırvalar benim canımı en başta bir "kadın" olarak bu kadar sıkmışken şu anda bunu yaşamış olan kadınların neler hissettiğini tahmin bile edemiyorum. hele ki bu iğrençlikten meydana gelmiş bir çocuğu doğurmak zorunda kalmış olmayı, düşünmek bile istemiyorum.

on beş dakikada bir gündemi değişen bir ülkede yaşayan bir genç olarak zaten geleceğe dev umutlarla bakmıyordum, şimdi "namuslu" bir kadın olarak yaşayabilmemin yalandan bile bir garantisi kalmadı. 

hiç olmuş muydu orası tartışılır.

kendisine azıcık saygısı olan herhangi bir kadın da çıkıp hala bu zihniyeti yüceltecekse daha da bir şey demiyorum.        

he.

(bildiğimiz "he,oldu" anlamında.)

no you didn't

bazı insanları geride bi yerlerde, kapıların, duvarların ardında bırakabilmek, bıraktığımda nefes alışverişlerini duymamak için üzerimdeki yetmiş bin tonu önce bir kaldırıp kenara koymam gerekiyormuş gibi hissediyorum. sorumluluk sahibi olmayan insanların yüzüne yumruk atasım geliyor ve hevesim kırıldığında üzerimdeki yetmiş bin ton ikiye katlanıyor. 

ikisi ayrı şeyler.

yağmur yağarken pencereyi açık bıraktım ve sonuç romantizmin yanından geçmedi, çişim geldi. "modern" ilişki facebook'tan yürümesin, çünkü yeterince soyut her şey. karşı masada beni 'kesen' adam sorun değilken, bilmem neyimi beğenen adam olay yaratacaksa,

saçma salak kavgalar.
adına sevgi diyorsunuz sonra. aşk falan.

ağzım yamuk


ben bu video işini sevdim adlı şiyirim. o değil, ölüyorum ya.

diyend


meh meh. sesim harika.

yarın (bugün ya da) dizayn dersinin portfolyolarını teslim ediyoruz ve üniversitenin ilk yılı bayağı bildiğin bitmiş oluyor. bana gelirsek öksürmekten ölüyorum, yüzümdeki her bir organ sanki saatler geçtikçe milim milim aşağı kayıyor, parmağımı kestim ve projelerden birinin kenarında kalan fazlalıkları alırken kağıdın kenarı yırtıldı. YANİ OLDUKÇA HARİKAYIM. 

faranjit

adı faranjit gibi karizmatik olan bi şeyin bi hastalık hem de yutkunmayı ve uyumayı zorlaştıran ve hatta imkansızlaştıran bi hastalık adı olması üzücü değil mi. bugün sayesinde en sessiz günlerimden birini yaşadım. insanları dinledim ve bi şey söylediğimde beni duymadıkları için konuşmaya devam etmeleri üzerine susarken topladığım tüm enerjimle "ya bi şey diyorum" diye bağırdım(!). şimdi de susmaya devam ediyorum.  
ilk yılın sonunda burs almayı hedeflerken tek dersten kaldım galiba ya. yani bildiğin kaldım lan. çalışmama rağmen kalınca çok acayip oluyor. işin daha zavallı yanı acaba yıl sonu notum ne olacak diye lise dahil hiç hesaplama yapmadığımdan şu an notu net olarak hesaplayamıyor olmam. bilmiyorum zira. finalde de not vermeyeceğine o kadar eminim ki o kadının, hüzünleniyorum ya. 3,73 ortalamayla geldiğim yere bak lan.

majesty

insanların susuşlarının hiçbir şey ifade etmediği duygudan yoksun zaman dilimlerinde bile durgunluğun içerisinde bir yerlerde küçücük bir pürüzün huzuru bozduğunu biliyorum. ya öteki türlü? soruyla cevap arasındaki o kocaman boşlukta aklımı yitirebilirim. 

aklım demişken, alnıma umuma açık "lütfen özel hissettiriniz" yazdıracağım.

kaybedeceğin en uçarı şey duyguların olduğunda bir saniye duraklaman olası, ya sonra? öyle ya da böyle o adımı hep atıyor oluyorum. 

yine de, 
bana öyle güzel bakacaksan;
temmuzda romanya'ya gidiyorum. EHEEEY.

kavanozların dibi göründü.

hayatımda sadece bir kişinin ölümüne üzülmüştüm bugüne kadar, benim için dünyadaki en özel insandı çünkü. bugün artık biri daha var, hiç tanımadığım ama kamerasının ardından yarattığı naif dünyaya hayran kaldığım, içimde bi yere dokunmuş olan biri. insanın gözleri tanımadığı birinin ölümü üzerine dolabilirmiş, kalbinde bi yer gerçekten acıyabilirmiş. ankara'yı anlamlı kılan nadir insanlardandın seyfi teoman. içimde, aklımda yarattığın tertemiz dünyanın en güzel yerine yerleştirdim seni. umarım huzurlusundur. 

take it all.

aklıma kazınan çok fazla film repliğine sahip değilim, ama nine'daki şu sahne aklımdan gitmedi hiç. çoğunlukla önemli olan bunu hissettirmeyecek biri oluyor ve çoğunlukla bunu dibine kadar hissediyor oluyorum. teşekkürler lütfen.

bu arada "ğ" oluşumundan ne kadar ankara sakini haberdar bilmem ama, "bloğ" faaliyete geçti ve ben de ilk yazımı yazdım.