madrid'den bildiriyorum #2

ders seçim olayı bir faciaya dönüştü amk. 

sabah saat dokuzda bilgisayar başında bekliyordum. sonra kayıt işlemi başladı. bir ders ekledim, sonra diğerlerinin açılmasını beklerkeeeen............site çöktü. gerisi tahmin ettiğiniz gibi, tek derse kayıt olabilmek ve bir sürü ıvır zıvır iş. ertesi gün erasmus ofisine gittim bi hayırları dokunur belki diye, hiçbir şey yapamayız, beklemek zorundasın dediler. hocalara mail atmaya başladım onun üzerine, almam gereken 3 zorunlu 2 seçmeli ders var. zorunlulardan bi tanesini alabildim sadece, o da sene tekrarlamamı kurtarıyor ama bi dönemde elli beş tane ders alamayacağım için diğerlerini de bi şekilde almam lazım. neyse ikisi de cevap verdi zorunlulardan, bakalım diye. bu hafta derslere gittim alamadığım halde, hocalarla konuştum. bi tanesi ispanyolca olana kayıt yaptır benim dersime gel dedi. ama onun için de ispanyolca dersi verenle konuşmam gerekiyor ve adam maillere cevap vermemek konusunda ISRARCI. ofisine gittim. meğer ofisi de yokmuş sadece herkesin ortak alanı olan bi yer varmış, orda da yoktu. benimle beraber aynı krizi yaşayan romanyalı iki kızla tanıştım, sanırım ısrarları sonucu cevap alabilmişler, erasmus ofisi 4 şubat'ta da halledemezseniz geldiğiniz üniversiteden yazı gelmesi lazım bize demiş. yanisi, boşuna uğraşıyoruz iş üniversiteye kalacak aslında sonunda.

evdeki hong konglular (hong konglu diyorum da adam hintliydi ve paris'te yaşıyorlarmıştı galiba yanlış anlamadıysam) gitti, ama gitmeden bi kaç gün önce soyuldular. olay şöyle gerçekleşmiş: yolda yürürlerken üç tane kız yaşlı ve engelliler için imza topladıklarını söylemişler, adam da imza atmış, sonra imzanızı kanıtlayabilir misiniz diye sormuşlar, o da kredi kartını çıkarmış göstermek için. kızlar karta bakarlarken kartı yere düşürmüşler, o sırada herkes tabi yere düşen karta odaklanınca adamın elinde olan cüzdandan parayı almışlar, dondurma için para ödemeleri gerektiğinde fark etmişler soyulduklarını. giden para da az bi şey değilmiş anladığım kadarıyla, üzücü.. o kadar parayı niye yanında taşıyodun knk diye soramadık tabi. 

şu an madrid'de belediye işçilerinin grevi var. çöpleri toplamıyorlar. on gün oldu, hemen her köşe başı bi çöp yığını görmek mümkün. bi ihtimal belediyenin önüne kamyonla bok döken adam haberi de bununla alakalı olabilir. 

bi önceki yazıda belirttiğim m ile başlayan market mercadona'ymış bu arada. aldığım hemen her şey değişik bi şekilde glutensiz çıkıyordu, alırken fark etmeyip sonra evde paketi incelerken fark ediyordum. meğerse, dedikodulara göre yani, mercadona'nın sahibinin kızının alerjisi varmış glutene dolayısıyla adam da buna yönelik ürünleri satıyormuş. ne işse bütün ucuz ürünler glutensiz amk, ben de alıp duruyorum. yalnız geçen cips aldım o da öyle çıktı ve tadı pek hoş değil. cipsin o yağlı tuzlu tadını vermiyor hiç.....

toplu taşıma kartımı hala beklediğim için haaağlaa gezmelerin bokunu çıkarmadım, ama google'da şöyle bi arama yaptım ve müzelerin çoğunun ücretsiz olduğunu öğrendim bana. ücretsiz meselesi burda bayağı gelişmiş, haftanın belirli günlerinde ya da yılın bazı günleri bedava oluyor falan. kendinize göre olanı seçip bedavaya yardırmanız  mümkün. 

metroyla alakalı olarak öğrendiğim bi başka mevzu da şu: ben metrosur kullanıyorum okula gitmek için, merkeze gitmek için de aynı bileti kullanmak mümkün, ama dönerken metrobus bileti istiyor turnike. henüz burdan metrosur'la gidip ordan metrobus'la dönmek mi daha iyi yoksa düz metrobus kullanmak mı mantıklı çözemedim. otobüslere parayla da binilebiliyor bu arada, çok uzak bi yere gitmedim şimdiye kadar. metrodan eve bindiğim otobüs 1,30 yuro. 

metroyla alakalı bizdekinden farklı olarak bi iki mevzu var o da şu: herkes bir şeyler okuyor veya telefonuyla falan ilgileniyor. boş boş bakan baya az insan var. diğer mevzu da boş koltuk olduğu halde oturmayan insanlar. onun mantığını da henüz anlayamadım. bi iki durak sonra inecektir falan demiş olabilirsiniz ama NO. adamlar inmiyorlar ve oturmuyorlar. en boş metroda da en dolu olanında da böyle. bu yüzden ki insanlar birbirini ezmiyor metroda yer kapacaklar diye...

geçen gün merkez olan sol'deki buluşmaya erken gittiğim için önce yemek yedim sonra da dolandım. yemek konusunda şunu aklınızdan çıkarmayın: KOMBOLAR HEP DAHA UCUZDUR. subway gördüm bi tane yolda. ooo bildik yer diye girdim. sonra yine turist olmanın heyecanıyla çabucak bi şey söyledim. söylediğim şeyi beklerken de menülerin 3 euro olduğunu gördüm, ben ne kadar verdim? 5 buçuk mu ne. aynı şey bi başka restoranda da oldu. adam bugünkü menümüz bu diye elli tane şey saydı dedim onu yersem ölürüm ben tek yiyeyim, menü 10 euro'ydu, ben de tek yiyerek ona denk bi şey ödedim.

çarşamba okulun düzenlediği şehir turuna gittik, soğuktan götümüz düştü. en son oturmaya bi yere gittik (aşağya linkini verdim) orda da şarap ve meyve suyu karışımı ispanyolların sangria'sını içtik. içki manyağı olmayan ben gibi insanlar için baya güzel bi içkiydi. 

fotoğraf ve bilgi koymayacağım, gittiğimiz yerleri şutlayacağım, gidin gezin gezerken öğrenin:


en altta gördüğünüz yer dünyanın en eski restoranı olarak guiness rekoruna sahip sbfndg  ona göre de fiyatı var tabi ;);););)))))))) genel olarak gittiğim yerleri foursquare'e ekliyorum unutmayayım diye. şimdilik iki ucuz yer öğrendim: acoruna ve la risuena. bundan sonraki amacım ucuz türk restoranı keşfetmek.

makarna yemeye gidiyom bye

madrid'den bildiriyorum #1

bienvenidos kankalar.

beş aylık madrid maceram başlamış bulunuyor. bilgi arayanlar veya merak edenler için şov taym.

dün sabah geldim madrid'e. istanbul madrid uçağında iki ayı türk gördüm ve dinledim. iş gezisine çıkmış, modern gibi görünmeye çalışan, ordan burdan duyduklarını karşısındakine entelektüel bilgi diye satmaya çalışan hırbolar. uçağa daha biner binmez eşyalarını yerleştirirlerken az önce aralarından geçen kendilerinden on - on beş yaş küçük kız için "ona çakmak lazım gözü açılmadan" dediler ve bi süre buna güldüler. ben de içime kustum. seyahat sırasında da, kısmen daha genç olan ferrari'sinden falan bahsetti anıra anıra. yanında güzel türk bir kadın oturuyordu, muhtemelen kendini ona pazarlama çabası içindeydi. sonra olay uçak yere inerken gezi olaylarına geldi. eaabi yirmi birinci yüzyılda ne karışıyorsun insanların hayatına bırak herkes istediği gibi yaşasın diyerek çok derin bilgilerini sundular birbirlerine. sonra allaaşükür kendilerini bi daha görmemek ve duymamak üzere uçaktan indim.

havaalanında bagajı aldığım yerden metroya yürümem on beş yirmi dakikamı aldı. üzerimdeki yüklerle daha ne kadar yürüyecem aq demedim değil. hatta bi ara işaretlere rağmen lan yanlış yere mi gidiyorum diye bile düşündüm. neyse sırtımdan terler boşana boşana buldum metroyu sonunda, sağolsunlar bi tane information desk yerleştirmişler oraya, adam direkt gideceğiniz yeri söyleyince bilet kesiyor, gelir gelmez mmmmal gibi kalmıyorsunuz. hat değiştirmem gerektiği için 6 euro'ya aldım bileti. bileti aldıktan sonra (ya da önce hatırlayamıyorum) merdiven çıktı karşıma iki tane. az olandan kendim çıkardım bavulu ama daha fazla basamağın olduğu merdivende durmuş seriously diye merdivene bakar iken o sırada yukarı çıkmakta olan bir beyfendi görüp yardım etti, sonra da geri çıktı yürüyen merdivenden. ineceğim duraktan ev sahibim gelip alacaktı beni (evi öğrencilerle kalmaya çok sıcak bakmadığım için airbnb'den buldum bu arada). hatta o yüzden gitmeden avea olan hattıma 25 lira yüklemiştim. metrodan inince aa bi de baktım ki amk avea'sı yurtdışına açtırdığım hattı kapamış kendi kendine. denedim açmadı bir daha. onun üzerine etrafta dolanmaya başladım wifi bulayım diye derkeeen ooo ma seyvır burger king buldum bi tane. gittim hemman kıvranmaya başlayan midemi doldurdum, fişle beraber wifi şifresi de geldi. 5 veya 6 euro verdim menüye üstelik küçüktü boyutlar. ilk defa avrupa'ya yaşamak için çıkmış bir tc vatandaşı olarak bana pahalı geldi. boyutlar büyük olsa tamamdı. bu arada metro konusunda şunu eklemem lazım, istanbul'u bilemem ama ankara'daki gereğinden kısa metroya alışmış bir insan olarak özellikle havaalanından gelirken baya sıkıldım. duraklar bitmeyecek gibi geldi. 

neysa, eve geldik adeta nezih bir semt. evde şu an bir romanyalı bir de hong konglu çift var. hatta az önce çorba gibi bi şey yapmışlardı ondan ikram ettiler. avrupa turuna çıkmışlar. ev sahibim oldukça tatlış, üç çocuğu, bi tane labradoru var. köpek köpek dedim bakın ayağıma geldi. bana ilk akşam yaptığı çorbadan kalanı ikram etti. metro kartını verdi (tarihi geçmiş olduğu için kullanamadım gerçi) biliyorum ulaşım çok pahalı, sinir bozucu oluyor, kartını alana kadar bunu kullan dedi. madrid'de ulaşım için aylık kart kullanılıyor. metro de madrid yazarak google amcadan bilgi alabilirsiniz bu konuda. 23 yaşın altında olduğum için ben gençler içün olan kartı alacağım mesela. kartı tobacco shop'lardan alabiliyorsunuz. ama bayağı (bize göre) saçma çalışma saatleri. onu da şöyle öğrendim, okulun etrafında ne varmış buralarda diye dolanırken bi tane ankara cafe gördüm arkaaşlar, OHA TÜRK diye içeri girdim. içerde türk olmadığı gibi, türkçe konuşan da yoktu tahmin edersiniz ki. neyse ingilizce bilen bi kız vardı (bu konuya geliyorum birazdan) dedi ki tobacco shoplar sabah dokuz öğlen iki akşam beş dokuz arası açık. dedim ben onların amk. çünkü saat 2 buçuktu. 

gelelim ingilizce meselesine, daha ilk günden kaç kişiye yol sorduğumu (internetim olmadığı için) sayamayacağım ama ingilizce bilenleri sayabilirim: BİR. kimse bilmiyor arkadaşlar. anadolunun kalbinde ayı gibi ingilizce kasıp sonra orda helak oluyoruz bakın. hadi yoldaki vatandaş bilmiyor, amk okuldakiler de bilmiyor? çalışanlar hadi bi derece, öğrenciler bilmiyor lan? bugün mesela ne aldığımı bilmeyerek yemek için bilet aldım, olay böyle işliyormuş. kafeteryada makine var bir tane yiyeceğiniz şeyi seçip bilet almanız gerekiyor. makineye dil seçeneği koymuşlar ama eng plz'e basınca bilin bakalım neyi çeviriyor sadece? OKEY - BACK. allah razı olsun. domuz eti vs. sorunlarınız varsa, diğer okulları bilemem ama, ispanyolcasını öğrenin de gelin. genel olarak herkes bi şekilde yardımcı oluyor ama, bu sabah metroyu bulmaya çalışırken iki kız benimle beraber bayağı yürüdü mesela ingilizceleri yetmediği için. anlatamayınca utanıp sıkılıyorlar falan. herkes güler yüzlü. yemek yerken tabakları toplayan kadın gelip hola falan dedi. herkes birbiriyle merabalaşıyor, kafalar raad. kafa raadlığına bi başka örnek de milletin metroda yere oturması. baya yayıla yayıla oturanlar var kimse iğrenmiyor. ki evde de ayakkabıyla dolaşıyor mesela ev sahibi. 

eve yakın dia, lidl, ahorra mas ve adını hatırlamadığım m ile başlayan, ev sahibinin dediğine göre madrid'deki herkesin alışveriş yaptığı marketler var. lidl'e gittim dün. fişi buraya şutluyorum:

içinde ice-tea, cornflakes, süt, diş macunu, şampuan, sabun, meyveli yoğurt, makarna, domates sosu var. daha ucuzunu bulabilirim sanıyorum ama şimdilik durum bu.

sigara sadece tobacco shoplardan ve chinese shoplardan (illegal) alınabiliyor. sigara pahalı olduğu için çoğu insan tütün sarıyormuş. chinese shopları anlamak baya kolay zaten fdhlkg ucuz görünüyor amk -_- bugün dia'dan 1.72 euroya m&m's çakması bir şey aldım. tadı bayağı güzel. cacahuetes.

hava istanbul ankara arası. esince üşütüyor. ama tir tir titretmiyor hiç.

yarın ders seçeceğim. bizdekinin aksine derslerin saatini elle başka yere yazmak gerekiyor, uğraştıracak yani biraz.

şimdilik böyle. bayz





geçen gün bol dedikodulu bi masada "bizim neslin tatminsizliği" gibi bir laf geçti, doğru. herhangi bir şeye şükretmeyi dinle olan/olmayan alakasız yetiştirilişimden dolayı zaten bilmiyorum. istemiyorum da. sürekli bi mutlu olamama hali yaklaşık olarak bi 6-7 yıldır içimde dolanıp duruyor. küçükken en azından harry potter'ın yeni çıkacak kitabını falan bekliyorduk, sonra remzi kitabevi'ne gidip alması büyük bir heyecan oluyordu. şimdi?
beni heyecanlandıran tek bir şey var, ama ondan da bi gün yapmaya başladıktan sonra zannettiğim kadar keyif almazsam ne olacak? insan dünyaya başka insanları tanımaya gelmiş olsa, yaşamaya değil de yani, içinde istemeden varolan şey insan tanıma isteği olsa her şey daha güzel olurdu gibi. 
beş aylığına evde yokum, evde olmadığım yerde biraz mutluluk iyi olurdu.
sonra bi de ne yapacaksın ne olacaksın durumu var. thirties is the new twenties diye bi şeyler dönüp duruyor bi süredir, o ne abi? otuzumda şimdiki kafa karışıklığıyla ne yapayım ben ya. öyle iş olmaz olsun. bi yanda da alıp yürüyenler var. o derece net olabilmek iyi bir şey. düşünsene bir hedefin var ve ona doğru gidiyorsun. oh mis. ne olmak istediğimi hiç bilemiyorum ya. bi şeyler yapıyorum falan ama yapığım şeylerin hiçbiri sanki bir şey vadetmiyor. ya da tutkuyla falan yapacağım ne var? sanki iyi olduğum şeyleri yapmak istemiyorum yapmak istediğim şeyleri iyi yapamıyorum gibi. reklamcı olmanın bana heyecan verdiği bi dönem vardı mesela, artık yok. bi ara türkiye'nin öteki gündemi tadında bi şey vardı. hep iyi haberleri verdikleri. düşün şimdi o kadar kaybolmuşuz ki kimsenin aklına öyle bir program yapmak bile gelmiyor. ne bileyim ya biraz güzel şeyler olsa insanlığa inancımız kabarsa falan oo kendimizden geçsek en azından bi yarım saatliğine, olma mı.
bu arada o tatminsizlik olayının bi de şöyle bi boyutu var, hiçbir sınırlaması olmayan insanın sapıtması bi yerde, sınırlamaları yavaş aştığı halde tatmin olmayanlar var, BEN. neyse en azından yeniden kitap okumayı öğrenirim belki.