paris'ten bildiriyorum #2

10 nisan perşembe, artık yolu ve illegal şekilde seyahat etmeyi öğrenmiş olarak yola koyulduk. gitmemiz gereken yer tur başlangıcı olan st. michel notre dame'daki çeşmenin önüydü. bi an yine geç kaldık diye panikledim çümki normalde ortada bi yerde kırmızı şemsiyesinde free tour yazan kırmızı tişörtlü biri olması gerekiyordu. neyse sonra biraz bekleyince şemsiye belirdi de rahat nefes aldım. insanın zamanı kısıtlı olunca ve her zaman gideceği bi yer olmadığını da bilince geçen hiçbir saniyenin boş geçmemesi lazımmış gibi iğrenç bi hise kapılıyor.

dediğim gibi tur notre dame çeşmesinin önünden başladı. tur rehberimiz la'den gelmiş, karısı fransızmış ve beş yıldır bu işi yapıyormuş. böyle bakınca insan vay amk bahşişle beş yıl mı ooo demeden edemiyor, ama adamlar (madrid'de katıldığımız turu da işin içine kattım) gerçekten işlerinin hakkını veriyor. dolayısıyla bahşişin de miktarı artıyor. öğrenci olmasaydım, daha fazla para verebilmek isterdim ben de turun sonunda şahsen. neyse sonra tur seine nehrini izleyerek devam etti. önce adını unuttuğum bi köprüde durup uzaktan notre dame katedraline baktık ve bu sırada notre dame'ın kamburu hikayesinin de olayını öğrenmiş olduk. meğerse victor hugo hikayeyi katedrali kurtarmak için yazmış. hikayedeki baş karakter ne kuasimodo ne esmeralda'ymış. (isimleri sıktım) ama kendisini tebrik eder teşekkürlerimizi iletiriz, henüz daha çok az yer görmüş olsam da katedralin kurtarılmaya layık bi yapı olduğunu düşünüyorum. 

-bu arada tam ne yaptığımızı hatırlamak için fotoğraflara baktım da ilk gün şa-zelize'ye (rehberin öğrettiği şekil ;)) de gitmişiz lan. o hatırlamadığım yerde o olmuş meğerse. benim için bağdat caddesinin beş altı katı büyüklüğünde bi yerdi. uçuşan fiyatlar ve gezinen tipler arasında çok bi fark yok ama bence. yine aynı gerzeklik. ha ama paraya kıyacağım tek yer vardı, orda da sıra vardı: laduree. dolayısıyla içeri girip aaa ooo ne güzel deyip çıktık. e bu arada tabi hazır oraya gitmişken arc de triomphe'a gitmesek olmazdı. veeee bizim gibi bi süre oraya gidişin bi yolu olmalı amk diye düşünecek olanlara geliyor: evet alttan geçiş var krdşm. kaldırımda aşağı doğru inen ne idüğü belirsiz merdivenler arc'a gidiyor.-

vee daha sonra ilerleyip pont neuf'e geldik ki hikayesini gerçek ya da değil en çok sevdiğim şey oldu sanırım. 3. veya 4. henry köprü bittikten sonra baya bi süre köprünün ayakta kalmasını sağlamaya çalışmış, çünkü daha önceden köprüler hep tahtadan yapılıyormuş ve üzerinde evler oluyormuş. ama kimse taştan yapılan bi köprünün ayakta kalacağına inanmamış, öyle de olmuş. neyse sonunda -20 yıldı sanırım- köprü artık ayakta durabildiğinde kral bi kutlama yapmaya karar vermiş. kutlamada bi süre sonra şarap bitmiş, ama kral kral olduğu için AÇIN ŞAMPANYALARI demiş, bunun üzerine şarapla şampanya birleşince kafalar uçmuş, kafalar uçtuktan sonra kral ressamlardan birine çiz yavrucum demiş. daha sonra çizilen bu resimden esinlenerek köprünün etrafındaki suratlar yapılmış ve köprüye monte edilmiş. yani köprünün etrafında görünen abuk ifadeli suratlar içmiş soylulara ait. ama aralarında hiç kadın yok. tıpkı sadece iki kadının paris'te heykeli olması gibi yine bi seksistlik dönmüş.


burdan sonra yine yürüyerek daha sonradan louvre olduğunu öğrendiğimiz yere gittik. gittiğimiz yer meğerse louvre'un ilk yapıldığındaki kısmıymış. piramidi falan görmüyorsunuz yani. sonra oradan piramid kısmına geçiş yaptık ve fotoğraf için bi süre takıldıktan sonra mola vermek üzere rehberin değişiyle son derece geleneksel bir fransız restoranı olan stağbaks'a yol aldık. 

çekebildiğim en düzgün fotoğrafta adamın tekinin önüme atlamış olmasına SIE diyorum

moladan sonra tuileries garden'a geçtik. rehberin anlattığına göre yine, louvre ve bu bahçe arasında bi boşluk var. o boşlukta eskiden bi yer varmış ve bu yerde II. henry'nin karısı catherine yaşarmış. henry ve catherine on dört yaşlarında evlenmişler, ama henry daha sonra 35 yaşında bi dul olan diane ile sevgili olmuş. diana mitolojide av tanrıçası olarak geçiyormuş ve henry diane'e olan aşkından louvre'un mimarisine avla alakalı süslemeler ekletmiş. bunu görmek istemeyen catherine de evinin önüne bu kocaman ve güzel bahçeyi yaptırmış. 

tur arc de triomphe ve şa-zelize anlatımından sonra sona erdi. bizde bi banka konuşlanıp nutella'lı krepe yedik. çünkü biz buna değeriz..... akşam da moulin rouge'a bi uğradık ama kapıdan baktık içerisi pek sarmadı yoksa en ucuz biletin iki yüz euro'lardan başlamasından değil (::::::))))))99 


yolda gördüğümüz bi başka krepeciden dondurma aldık. bi bankta oturup onu yedikten sonra baktık ki ÜŞÜTTÜ mcdonald's'a girip kahve almaya karar verdik, çünkü starbucks'lar çoktan kapanmıştı. paris'te daha zengin mahallesi olan yerlerde mcdonald's'lar baya komik. güvenlik görevlileri bi nevi vip'cilik oynuyor. burdakinde içeri girdik, ankara'da olmayan dokunmatik ekranlardan sipariş vermek gerekiyor. daha önce şa-zelize'de dondurma almak için kendisini kullanmıştık, oldukça da kalabalık olmasına rağmen kartla aldığımız için zart diye gelmişti dondurma. neyse efendim dediğim gibi içeri girdik ZENCİ güvenlik görevlisi bizi itiştirerek bi havalar içinde ordan almanız lazım dedi. gittik o dokunmatik ekrandan almaya çalışıyoruz, kartı kabul etmedi. zaten adama sinir olmuştum, değişik surat ifadeleri içinde çalışmıyo bu dedim. adam bilmiş bilmiş yapmaya çalıştı. sonra da yabancı kart olduğu için algılamıyor dedi. ben de sinirim sinir değil mi amk sokarım fransızcasına diyerek sınırlarım içersinde konuşabildiğim kadar hızlı ingilizce konuştum ve anlamadı. OH İÇİMİN YAĞLARI. neyse sonra kasadan ödeme yapıp kahveleri yudumladık ve internet ihtiyacımızı karşılayıp siktir olup gittik.

paris'ten bildiriyorum #1

-bedava ulaşımı- En iyi biz biliriz.

Şu an bu notu saat 00:38'de son anda koşarak yakaladığımız rer treninde yazıyorum. Normalde bekler madrid'e dönünce yazarım diye düşünmüştüm ama yaşadıklarımı unuturum diye korktum hehahehu nys.


Salı günü dersten çıkıp barajas'a gittik ferikle, bi süre bekleştikten sonra da vuhuu paris. CDG'de indik, yanlış hatırlamıyorsam Terminal 3'te. Yıllardır cdg cdg duyduğum için asıl büyük terminali görmek istedim dolayısıyla terminaller arası beleş trene binip Terminal 1e gittik. AMA NE OLDU? hiçbir şey göremedik amk. Belki biraz daha uğraşsak bulurduk ama annemlere haber etmem gerektiği için eve doğru yol almaya karar verdik. Tekrardan beleş trenle merkeze giden istasyonun bulunduğu üçüncü terminale gittik ve eve gidebilmek için gerekli bileti aramaya başladık. Baktığımız her bilet ayrı pahalı olduğu için vay amk deyip information desk'e sormaya karar verdik, adam gideceğimiz yer için 11 euro fiyat verdi. Gözlerimi belerterek bakınca da bilmiş bilmiş "welcome to paris" dedi amın oğlu. Zaten gerilen sinirim iki katına çıktı. Neyse sonunda gidip oturduk, treni beklemeye başladık, derkeeen önümüzden zart diye bi tren geçip gitti. Bakın, ben madrid'din tek kolu kadar bile uzun olmayan tek hatlı metroya sahip bi şehirde büyüdüm bunlar bana YABANCI. Noluyo amqueeee diye mal mal bakındım, meğerse gelişmiş yerlerde böyle oluyomuş, tek hattan hem metro hem tren hem de iki üç hat birden geçiyormuş.

Trene bindik sonunda ama ne binme git allah git bitmedi. Her yer ağaç, toprak. Bi ara doğru yere mi gidiyoruz ya diye şüphe bile ettik (ki o yer gare du nord oluyor )

Gare du Nord tamamen bir azınlık mahallesi. Zenciler, pakistanlılar, hindistanlılar vs. Trenden inince bi süre NEREYE GELDİK diye düşündük çünkü gitmemiz gereken diğer gar (gare de l'est) hiçbir yerde yazmıyordu. Meğerse bizim pek sevimli ev sahiplerimiz iki gar arasının yürüyerek geçileceğini söylemeyivermişler, ama haklarını yemeyelim sayelerinde Paris baya bedavaya geldi.


Şöyle, gare du nord'da napıcaaaaz diye bakınırken bi adama denk geldik üniversite hocası gibi bi tipi vardı, adam bizi diğer gara götürmek için kendi biletini bastı ve arkamdan gelin dedi, dolayısıyla aniden tek biletle geçivermiş olduk. Gerisini tahmin ettiniz mi, bnc evt.

Sonra gare de l'est te yanlış trene binip bi yarım saat kırk beş dakika boşuna yol gidip, yirmi dakika tren bekleyip sonra aynı gardan doğru trene binip eve on ikide varışımızı, ev sahibinin rezervasyonu iptal mi ettiniz saat on bir oldu diye mesaj atmasını geçiyorum. Zaten hissiyatı da bok gibiydi.


Çarşamba günü bedava turumuz vardı ama sabah kalkıp ev sahibinden biletleri öğrenmeye çalışana kadar yüzyıllar geçince üstelik bi de otostop çekince perşembeye kaldı. Evin zone 1-3 dışında olduğunu öğrenince bir süre iki durak için gerçekten on küsur euro daha mı vereceğiz amk diye düşündük çünkü havaalanında zaten on iki euro kadar bayılmıştık eve gelebilmek için. Yine de istasyona gidip biletlere baktik, adamın dediği hiçbir bileti bulamadık, iyi ki de bulamamışız orası ayrı.. onun üzerine O ZAMAN OTOSTOP ÇEKERİZ dedik ve yarım saat sonunda bi arabaya atladik adam bizi burdan direkt merkeze gidersiniz diyerek bi yerde bıraktı, on beş dakika sonra başka bi arabada merkeze doğru yol alıyorduk. Bu arada ilginç bi şekilde arabalarına bizi almayan çoğu insan mahçup surat ifadeleri takındı yanımızdan geçerken, ki şehri geçtim okulda nizamiyeye gidebilmek için otostop çektiğimizde milletin boka bakar gibi baktığını çok net hatırlıyorum. Arabada gider iken ferikle türkçe bi şeyler konuşuyorduk, ama bilen bilir zaten -9desibelle konuştuğum için yanımdaki insan bile zor duyuyor beni, dolayısıyla adam da ilk kırk dakika duymadı bizi -buradan gerisini madrid'de yatağımdan bildiriyorum- sonra aniden "E SİZ TÜRKÇE KONUŞUYORSUNUZ YA" dedi e'ler kayarak. meğerse adamın bizi aldığı yer noisy le sec'idi sanırım, genel olarak türklerin yaşadığı bir yermiş. bi saate yakın arabada sağa sola ve trafiğe bakınarak gittikten sonra yine adını hatırlayamadığım ama adamın demesine göre en zengin semtlerden birinde indik ve tabi ki indiğimiz yerden eyfel'e gitmeye karar verdik çünkü kara görünmüştü. işte tam da bu yürüyüş sırasında bi haftalık illegalliğimiz başlamış oldu. baya açtık ve önceki gece eve geç gittiğimiz için açık market kalmamıştı tabi ki, ev sahiplerimiz de abuk insanlar çıktığı için gecenin on ikisinde eve vardığımızda aç mısınız diye sormadılar. ayrıca bilmiyorum bi tek bize mi öyle geldi ama paris'te etrafta düzgün fiyata gıda satan bakkallar yok, dia'dan 1,50 euroya alabileceğiniz şeyleri bu marketlerde 2,50 - 3'e buluyorsunuz, ki gereksiz. bu yüzden de bir hafta boyunca ne zaman bir mcdonald's görsek google maps'ten dia arar olduk, çünkü bazı yerlerde o pahalı marketlerden bile yoktu. ayrıca yeri gelmişken burdan mcdonald's'a tuvalet ve internet sponsorluğu için teşekkür etmek isterim. 


ne diyodum, hı, yürürken yolda bi tane hediyelik eşya satan bi yer gördük, içeri girip bakınırken aniden pembe jelatinli şeker gözüme çok güzel göründü ve kendisini üstümdeki hırkanın cebine atılmaya layık buldum. bu hareketten sonra hafta boyu çaldığımız şeyleri saymak gerekirse: 1 kg m&m's, misket çikolata, 4-5 anahtarlık, 2 magnet, 1 gözlük (bu tam çalmak olmadı gerçi, oraya da geleceğim) eyfel'e varınca birden fotoğrafını her yerde gördüğüm şeyin o kadar da güzel gelmediğini fark ettim. öte yandan bu bi haftanın şu an rüya görmüşüm gibi gelmesini işin içine katarsak belki de aklım gitti de ben farkında değildim. kuleye varınca altındaki boşluğun orda hemen yanımıza "ingilizce biliyor musunuz" diyen tipler damladı, ama daha önceden evde kalan çiftin başına gelenlerden ötürü "no" deyip sıvıştık - ki sonradan rehber de bizi bu konuda uyardı tur sırasında, yanınıza gelip ingilizce bilip bilmediğinizi sorup bir şey imzalatıyorlar, o sırada da yürütüyorlar diye. diğer bi olay da altın yüzük. bana kim anlatmıştı hala çıkartamadım ama yüzüğü hissettirdikleri yüzünden takmak istemeyen bi tip size yüzük kakalamak isterse hızla uzaklaşın- eyfel'e bakındıktan sonra açlıktan öleyazdığımız için etraftaki büfelerden bi şey almak istedik ama sıra vardı. biz de biraz yukarı doğru, trocadero'ya gider gibi yürüdük ve 5'er euro'ya gayet büyük baget sandviç aldık, sıra mıra da yoktu. karnımız doyunca önceki geceden devam eden gerginliğimiz de azaldı ve bi süre o herkese tanıdık gelen eyfel'in önündeki yeşillikte oturduk. 


kara göründü'deki kara
sonra konu yine tabi ki dia bulmaya geldi ve mcdonald's veya bi market bulmak için etraftakilere sormaya karar verdik. ama ges vat herkes turist amk. kime neyi soruyon? o zaman yol bizi nereye sürüklerse oooo dedik ve yürümeye başladık. yaklaşık yarım saatlik bi yürüyüşten sonra zaten olmayan enerjimiz dibini bulunca metro kartını gerçekten de almak gerektiğine kanaat getirip 5 günlük 1-3 zone'lar arası kart aldık. fekaaaaaat, diyor ve hemen ilk güne dönüyoruz, kart 35 euro olunca iki kişiden 70 euro harcamak söz konusu olamayacağı için sadece bi tane almaya karar verdik, çünkü adam bizi arkasından zart diye geçirmişti ve kimse hiçbir şey demediği gibi o kalabalıkta görünmemiz zaten imkansızdı. bu sebeple: #1: metro kartına para vermeye gerek yok. biz iki kişi olduğumuz ve olaya henüz ayılmadığımız için bi tane alıp önce deneyelim dedik. ben bastıktan sonra ferik'e verdim, ama tek akıllı biz miyiz, tabi ki kart bastıktan sonra hemen ikinci kez kullanılamadı. bunun üzerine ferik'in bir hafta boyunca kah turnike altlarında kah otomatik kapılarda atraksiyonlarda bulunduğunu söylemek yanlış olmaz............ ama işin dahası sevgili karşim, kaldığımız sürede gördük ki takım elbiselisinden zencisine paris sakinleri zaten bu işi göstere göstere yapıyorlarmış. biz sakin sakin gizliden aradan yapmaya çalışırken adamlar otomatik kapılara tekme ata ata metroya giriyorlardı. 


metro kartını aldıktan sonrası biraz kayıp, galiba açlıktan ölmüşüm o sırada fhgsbnh ama bi şekilde artık nasıl yaptıysak bi metro istasyonunun yakınında dia olduğunu bulduk ve atlayıp oraya gittik. sandviç yapmak için gerekli malzemeleri aldıktan sonra hemen hemen tüm marketlerde satılan 2-3 parçalı sandviçleri mideye indirdik ve baget aramaya konulduk. peki noldu? o büyük klişe bir YALAAAAAAAAAAAN. ekmek bulana kadar kıçımız çıktı amk yerinde. fırınlarda bagetler gereksiz pahalı (ki fırınlar demem yanıltmasın fırın bulana kadar da bayılmak olası) dia'da yok, carrefour express'lerde sıklıkla bitmiş oluyor. neyse bir şekilde bulduktan sonra bugünlük yorgunluğun bize yettiğine karar verip eve döndük. ertesi gün için sandviçleri hazırlayıp yatağa doğru bayıldık. #2: dia'lar ucuz, sandviç malzemesi alıp sandviç yapın, tüm gün dışarda olunca bi noktada insan her şeyi yemek istiyor ve her gün kafede ya da mcdonald's'ta 5-6 euro harcamak istemezsiniz.