bugün video hocası derste ara verdi. çıkarken de manasız sırıtıyordum öyle. "seni mutlu görmek güzel," dedi "ne zaman görsem, yani gördüklerimin yüzde sekseninde falan mutsuzsun böyle." dedi. sonra yapmak istediğim şeyleri yapmadığımdan, yapamadığımdan ve sürekli eksik, geride kalmış hissettiğimden bahsettim. "40-50 yaşına geldim ben bile hala istediğim şeyi yapamıyorum tam olarak aklımdaki olmuyor." dedi. yok öyle değil bu herkes gidiyormuş da ben geride kalmışım gibi hissetmek dedim. en büyük rakibin kendinsin'e getirdi lafı. bir de sonra müzik videolarının öğrencileri kısıtladığından falan bahsettik. 
2 akşamdır eve dönerken artık mutsuz olmak istemediğimi söylerken buluyorum kendimi ama henüz nasıl değiştireceğimi bilmiyorum. sürekli geride kalmış hissetmek de aşırı yorucu. okulda bi şeyler yapıyorum ama hala hiçbir şey yapmıyorum gibi. sürekli enerjisiz sürekli yorgun sürekli endişeliyim. böyle bi şeyler.
neyse iki ay kadar sonra buralara yardıracağım. az kaldı az.
YETER LAN
anlatmak istediğim şeyler bir yere kadar gelip yön değiştiriyor. içime doğru. sanki ortadan ikiye ayrılmış bir silindir yatay olarak kendi etrafında dönüp ağzımdan çıkacakken hareketi tersine yön değiştiriyor.

otogarların tüm somut halleriyle kasvetli olduğuna karar verdik; ama sonra otobüste dublajsız çok güzel filmler olunca işler biraz değişti.
sanki bi kapsülün içindeyim de durmadan bilinmezliğe doğru yol alıyorum. kendimi var etmek çok zor, kendimi başkasıyla beraber görünür kılmak çok daha zor. içinde bulunduğum çıkmazı tanımlayabilsem bir ucundan tutup çıkış yolunu bulmayı ya da bulmuş gibi oyalanmayı deneyebilirdim. yalnız hissediyorum ve karşıma beni getirseler kendimi kendime anlatıp rahatlayabileceğimden emin değilim. 

kendimi var etmek çok zor.

bilmeyen bilmez 4-5 yıldır buradayım hayatımda hiçbir şey değişmedi amına koyayım. ne ileri gidiyorum ne geri geliyorum. hep aynı yerde, benzer sıkıntılarla olduğum yerdeyim. yıllar geçiyor da yıllar bana geçmiyor. sana geçebilir, ona geçebilir, onlara falan da geçebilir ama bana geçmiyor. başka insanların hayatımda başarı olarak tanımlayacağı şeylerin hiçbiri bana göre başarı değil, hiçbiri dönüp kendime bunu da ben yaptım diyebileceğim şeyler değil. 

yetişememe, yeterli olamama, başaramama hisleri hiç geçmiyor. üstelik iki kişi olmak hiçbir şeyi kolaylaştırmıyor.
ulan ne güzel klip olmuş ya.



şöyle video yaratacak kadar olsam tamam işte.
eskiden, herkes her şeyi bilip herkesi tanımazken buralara yazmak daha kolay oluyordu. şimdi ancak alelade olmayan bir şeyi alelade olmayan biriyle konuşamayacak olsam buraya geri dönüyorum. her şey eskisi gibi olmasa da tanıdık kalan bir şeyler varmış gibi geliyor insana. yani şurada hiçbir şey anlatmadan konuşsam yine de anlaşılmışım gibi hissedebilirim. 

bugün öğle aramda leman'da yine tek başıma yemek yerken bir şeyler ve bir şeyler oldu, bir süre sonra lokmaları yutmakta çok güçlük çekince kendimi suçlu hissede hissede yemeğin yarısını bıraktım, ofise gittim yarım kalan işi ağzımı açmadan hallettim, 5 buçukta da patrona gidip erken çıkmak için izin istedim. eve geldim, yatağa yattım iki saat ağladım, bir saat uyur gibi oldum, kalktım, tekrar yattım biraz daha ağladım, her akşam öküz gibi üstüme çöken yorgunluk bir türlü gelmedi uyuyamadım. kalktım. 

insanlarla ilişkilerimi geleceği düşünerek kurmadım hiç, dolayısıyla kimseden böyle bir şey talep edemem; ama bazen öyle şeyler oluyor ki "yakıştıramamak" mevzusu insanın içine oturuyor, düşüncesi gidip geldikçe ağlamalar ağlamalar ve başka hiçbir şey olmuyor. görsel hafızamın içine tükürmek istiyorum bazen, gördüğüm fotoğraflar aklımdan gitmiyor çünkü ve o yüz ifadeleri her seferinde bir daha bir daha kafamın içinde döndükçe canım yanıyor. karenin içinde kim varsa nefret ediyorum; ama nefretim geçmişte kısıtlanıp kalıyor, bugüne sadece kırgın kalabiliyorum. 

yine de insan için en kırıcısı neden sevildiğini anlayamamak olsa gerek ve kendini değersiz görmesi ve bunun hiç değişmemesi. inanmadığım bir şeye başkası beni nasıl inandırsın?

çarşafların ve yastıkların içinde tek başıma uzun uzun uyuyarak zamanın geçmesini hissetmemek istiyorum, zaman geçince her şey akıyor çünkü.

yapılan planların insanların kişiliksizlikleriyle yerle bir olduğu bir yaz yaşıyorum. iki ay önce kurduğum ne varsa hepsi götüme girdi. anlattıkça bir şeylere zarar geliyor diye düşünüyordum, anlatmadıkça da çok bir farkı kalmıyormuş. çok da bir şey öğrenmediğim bir yerde, sahte deri kaplı olduğu için üzerine değen her yerimi nemli nemli yapan ve belimi ağrıtan bir sandalyede oturmuş stajımın son iki haftasının gelmesini bekliyorum. sabahın kör saatinde kalkıp akşam eve döndüğümde hiçbir şey yapacak gücümün kalmamış olmasına "işte," diyorum "köle möle dedikleri böyle oluyormuş.". üretmek istemenin çalışmak zorunda olmakla yok edildiği bir düzende ben napacağım ya diyorum. ben üretemezsem çalışsam ne çalışmasam ne diyorum. fikirler düşünüp uygulamıyorum. kendimden bıkmış durumdayım. sanki gerçekten üretebilecek olsam üretirmişim de kendimi kandırıyormuşum gibi bir takım hislenmeler. ben reklamcı olmazsam benden bir bok falan olmaz. kafam başka hiçbir şeye basmıyor sanki. kendimi çok geride kalmış hissediyorum. bir kitabı okumam yüzyıllar sürüyor. her gün otobüsteki insanlara da küfrediyorum. ben diyorum, gideceğim - de hangi beceriyle gideceğim.

staj aranırken, başkalarına güvendim. haber bekledim. bir yandan da kendime güvenmediğimden portfolyomu tuvalet kağıdı yaparlar sanıyordum. haber falan gelmedi. herkes kendi götünü kurtardı. görüşmeye gittiğim ikinci yerde olumlu yorum aldım. iki yıl içinde ilk defa kendimi biraz olsun bir şeyler yapabilecekmiş gibi hissettim; ama adamların stajyere ihtiyacı olmadığından bu yaz yatmış gibi oldu bu mevzu. sonra tekrar konuşmak üzere sözleşip el sallaştık. ordan kızılay'a yürüdüm, yolda amele yanığı oldum, yanıklarım hala geçmedi.

biraz olsun tanıdık olmadan bir yerlerde bir şeyler yapabileceğime inanıyor olmak saflık mı hala kestirebilmiş değilim. bana hayrı dokunacak diye çıkar ilişkisine girmeye çalıştığım durumda da olan yine bana oldu. arayıp ağzına sıçmam gereken insanlara ömrümde kimseye göstermediğim nezaketi ve sabrı gösterdim.

bitirme projemi yüksek ihtimalle animasyonla vereceğim. o animasyonla da artık nereye kadar yardırabilirsem oraya kadar yardıracağım. işin ilginci taa ilk blog açtığım zamanlarda takibe aldığım hocadan alacağım dersi eğer değilse, bu bi işaret olsun.

dönüp dolaşıp geldiğim yer eski bahçenin hafızası oldu.

creatif acenda

bir iki aydır burada reklamla ilgili bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. bi laykınızı alırız. twitter da olur.


birlikte uyandığımız sabahlar yalnız uyandığımız sabahlara eşitlenmeden huzurlu uyuyamayacağız. çok şeyin bağlı olduğu bir şeyi beklemek insanı sadece, saf olarak yoruyor ve ben çok yoruldum.
içimdeki birazdan gidecek hissinin hiçbir manası yok ama mayıs'ta olmaktan çok yoruldum. mayıs bir an önce bitmesi gereken bir ay. kalbini açıp, kalbiyle beraber güzellikler bırakan adamları üzmemek lazım. güzel adamlar var, olmadıklarını sandığın anda var. yumuşacık elleriyle var, pürüzsüz alınlarıyla, kocaman gözleriyle var. yüzünü gömüp ağlamak için var, gözyaşlarını silmek için var. sen yok sanıyorsun ama var. elinden tutup kaldırmak için var, iyileşmez sanıyorsun ama ayağa kaldırıp, pamuğa sarıp sırtında taşıyacak kadar var. sen bitti sanarken bitmediğini göstermek için var, dahası olduğuna inandırmak için var, göğsünde dinlendir diye var, öperek uyandır diye var, ağlayarak seviş diye var, aşık ol diye var.

sen yok sanıyorsun, ama var.
insanların hayatına 500 kilometre öteden bakıp yargılamalarınız bitmediği gibi zekasız beyinlerinizle kendi çizdiğiniz çerçevenin dışında kalanları olumsuz etiketlerin altına sokuşturmaya devam ediyorsunuz, o ağzınızı sikerler. beyinsizliğin lüzumu yok.

f

her şeyin aktığı yerde sadece ölüm düşüncesi insanın kalbini çok kırıyor. yarına uyanacaksın, yarına onsuz uyanacaksın. 
üstelik sana hiç sormamış olacaklar.
müzik çalarım bozuldu, lenf bezlerim şişti, antibiyotik midemi bulandırıyor ama sürekli açım. bölümümle alakası olmayan sikik dersleri almaktan bıktım. hava bir türlü ısınmıyor. saçım uzamıyor, uyku yetmiyor, para yetmiyor, zaman yetmiyor. 

pencere


az önce "pencere" oyunundan geldim. oyunun cumhuriyet gazetesi'ndeki röportajı üzerine tam "keşke ankara'ya gelse de gitsem" diyordum ki 17 ve 24 ocak'ta ankara halk tiyatrosu'nda oynanacağını görmüştüm sayfanın altında. oyunun ilgi çekici yanı çocuk istismarını çocuğun gözünden anlatacak olmasıydı. ki anlattı da. hatta senaryonun hiç ajitasyona kaçmadığını da söylemek mümkün; ama bizim arayıp da bulamadığımız artık toplumda bilinen bir gerçek haline dönüşmüş bu olayın hukuksal boyutuydu. oyun farklı pencerelerden aslında aynı şeye bakarken, ben hala ardından gelecek olanı merak ediyordum. derken oyun bitiverdi. esme'yi elinde bir bavul ve beyaz bir montla üzerinde spotlar yanarken gördük. oyuna gidecek olan varsa diye bana ifade ettiği şeyi yazmayacağım; ama gidip de sonradan buraya denk gelen olursa son sahnenin ne ifade ettiğini yazsa güzel olurdu yorum olarak.