ankara'dan bildiriyorum #2

-kör olmamak için reader'dan okunacak yazı- 

romanya'da metronun bazı yerlerinde telefon çekiyor ve içinde dükkanların falan bulunduğu alt geçitlerde sigara içmek oldukça normal. geceleri banklarda evsizler uyuyor ve çöpleri karıştıran yaşlı kadınlar var. yürürken kafanıza sıklıkla klimaların binaların dışına takılan zerzavatlarından su damlaması olasıyken, su damlacığı püskürten şeylerden hemen her kafenin dış mekanında var ve hatta markanın biri outdoor advertising adına oturma yeri olmayan otobüs bekleme durağı gibi bi şey yapıp tepesine de bunlardan koymuş. içinden geçtiğinizde serinleme fırsatınız oluyor yani. çingeneleri fazla sevmiyorlar ve aslında bakarsanız çingene dedikleri insanların kızılay'da laf atıp görmemişler gibi bakan tiplerden azınlık olmaları dışında pek bir farkları yok. türkiye'de ise neredeyse genel geçer bir insan bu vasıflara sahip. bükreş'te çok fazla sivrisinek var. bacaklarımdaki ısırıkların yarısını orda diğer yarısını ve boynumdaki ve sırtımdaki ısırıkları da gittiğimiz dağ 'tesisinde' edindim. bir haftadır kaşınıyorum kısacası. edindiğim bilgilere göre kanımdaki şeker oranı nedeniyle bu gereksiz organizmaları çekiyormuşum. yıllardır bunu yaşamama rağmen sinek kovar alıp sürmemem ise katıksız bir üşengeç olmamdan kaynaklanıyor.

workshoplar bittikten sonra sıra gezilere geldi ve bükreş, curtea de arges, cozia, sibiu - sibiu, sighisoara, bükreş olmak üzere bi gece kalmalı iki günlük bi gezi yaptık. yine sürüne sürüne sekizde kalktığımız cumartesi günü otobüse bindik, bi saat otobüste yemeklerin gelmesini bekledik (daha doğrusu beklemişiz ben o sırada bilmem kaçıncı uykumdaydım) ve sonra istikamet curtea de arges olmak üzere yola çıktık. her ne kadar gezilecek görülecek yerler gibi dursalar da aslında curtea de arges ve cozia kiliseden ibaret idi ve C'nin dediğine göre kiliseyi gezerken müslüman olduğumu öğrenen başı örtülü teyzelerden birinin çığlık atması olasıydı çünkü "yes, we still have people like those" idi. öte yandan birilerinin sürekli yüzüme yüzüme müslüman olma kavramını söylemesini rahatsız edici bulduğumu söylemem lazım. ama olay benim müslüman onların hıristıyan olması ya da beni aşağılama amacında olmaları değil (ki en ufak bi şeylerini bile görmedim bu konuda), olay insanların dinleri fark etmeksizin belli kelimeler altına sokulmaları. kimliğimde öyle yazdığı için islam dinine mensub olmayı mantığa aykırı buluyorum şahsen. ya da belli doğrular edinip onlara göre yaşamanın illa ki bir din altına sokulmasını. neyse konuya dönersek,  kilisenin içinin süs püsü bir yana efsanesi de ayrı iyiydi.

bu efsaneye göre negru voda adındaki eski romanya  hükümdarı kendisi için bi kilise yaptırmak istiyor ve o sıralarda bayağı ünlü olan mimar manole'ye daha önce yapmış olduğu kiliselerden çok daha güzel bi kilise yapıp yapamayacağını soruyor. manole de yapabileceğini belirterek mutlu mesut teklifi kabul ediyor ve yanına dokuz adam alarak kiliseyi yapacağı güzel bi yer aramaya başlıyor. ama aradığı öyle sıradan bi yer değil, eski bi kilisenin kalıntılarının üzerine yapmak istiyor yenisini, çünkü orasının kutsanmış olduğuna inanılıyor. bir gün yolda bi çocuğa rastlıyorlar ve ona böyle bi yer bilip bilmediğini soruyorlar, çocuk da onlara sazlıkların arasında bi yer gösteriyor. manole ve adamları işe başlıyorlar lakin ne yaparlarsa yapsınlar inşaat geceleri yerle bir oluyor. negru vada da duruma oldukça sinirleniyor ve işçileri, onları yapıya gömeceğine dair tehdit ediyor. derken manole bir gece rüyasında yapının sağlam kalmasının tek yolunun kiliseye ziyarete gelen ilk kişiyi kurban vermek olduğunu söyleyen birini görüyor ve işçilere durumu anlatıyor; ancak işçilerin hepsi onlara yemek getiren karılarını uyarıyorlar ve manole'nin bundan haberi olmuyor. 

ertesi gün manole kurban edeceği kişiyi beklerken aniden kendi karısı ana'nın kiliseye doğru yaklaşmakta olduğunu görüyor ve tanrı'ya yalvararak fırtına yaratmasını, böylece kilise yapısının yerle bir olmasını ve ana'nın oraya gelememesini söylüyor. tanrı manole'yi duyuyor ve yağmur yağmaya başlıyor; ancak bu ana'yı durdurmaya yetmiyor. ana'nın çığlıklarına ve ağlamalarına karşın onu duvara gömüyorlar (?) ve kilise yapısı şekil almaya başlayarak muhteşem bir şeye dönüşmeye başlıyor. 

bir gün negru voda adamlarıyla birlikte kilisenin yapımını kontrole geliyor. o sırada çatısı yapılmakta olan kilisenin tamamlanmış bölümlerine herkes hayran kalıyor; ancak negru voda bununla tatmin olmayarak adamlara daha iyisini yapıp yapamayacaklarını soruyor. hiç kimsenin bu kiliseden daha güzelini yapamayacağı cevabını almasına karşın adamlarına çatıya çıkan merdivenleri kaldırmalarını, böylece içlerine manole'nin de dahil olduğu işçilerin çatıda mahsur kalarak en güzelini yapmaya mecbur kalacaklarını söylüyor. dokuz işçi çatıdaki tahtalardan kanat yapıp çatıdan atlıyorlar; ancak yere çakılarak ölüyorlar. en sona kalan manole ise tam atlayacakken ana'nın çığlıklarını duyuyor ve kilisenin içine düşerek ölüyor. efsaneye göre manole'nin düştüğü yerden ana'nın ve kendisinin tuzlu gözyaşları fışkırıyor ve buraya da bir çeşme yapılıyor.

artık nasıl uykusuz idiysem düz fotoğraf bile çekememişim, dolayısıyla wikipedia yardımıma koştu. fotoğraf için.      

edit| ahaha lan nasıl bir yalan salladığımı görmeniz için ibret olsun diye bu linki bırakıyorum buraya, az önce gördüm.

2 yorum :

October Swimmer dedi ki...

negru voda ağır psikopatmış onu anladım ben

ekin dedi ki...

kral işte. NOLACAK.