sandalye.

dedim tatilde boş durmayayım beynim az buçuk sanatsal mevzulara yönelsin, kavramsal sanatla ilgili bi kitap aldım kütüphaneden onu okuyorum. garibime giden bi şey öğrendim buraya da yazayım anı falan olsun ne bileyim.

şimdi joseph kosuth adlı bir amcamızın one and three chairs diye bir eseri (?) var ki kendisi şu oluyor:


sanatçı kişinin kendi söylediğine göre sandalyenin sergilendiği yer değiştikçe fotoğrafın da değişmesi gerekliliği, buna rağmen fikrin hep sabit kalması ve formun önemli olmaması durumu hoşuna gitmiş. bi nevi rene magritte'teki ceci n'est pas une pipe durumu mevcut. yani yine formun tanımlanması ve "gerçek" olanının bu tanıma göre şekillenmesi veya şekillenememesi durumu ve fikrin olayın temeli olması.

ama asıl beni eğlendiren kısmı bunun müzede saklanması; çünkü o zamana kadar kavramsal sanat diye bi mevzu olmadığından bu tür eserlerin saklanabileceği özel bi bölüm yok. dolayısıyla kosuth'un eseri sandalye dizayn bölümü'nde, fotoğraf fotoğraf bölümü'nde ve sözlük tanımı da kütüphanede olmak üzere saklanıyor. yani adamlar eseri saklamanın yolunu onu "parçalamakta" buluyorlar.

bu da böyle bir şeydi. 
şu anda aylardır ebedi yerim olan yataktan kıçımı kaldırıp kaloriferin önüne yani yere konuşlanmış bulunduğum için bile şampanya patlatabilirim; çünkü dostum yer değiştirmek, büyük bir şeydir. günlerdir tadını aldığım tek şey olan kabak tatlısını gerçekten ama GERÇEKTEN yiyebiliyor olmam da ayrı mevzu tabi. sonuçta, boku yemişsen yemişsindir. daha ne kadar kendimi kör kuyularda ışıksız bırakacağımı düşünmek istemiyorum. yani hayat devam ediyor. bi şekilde ediyor. 

hayatımın okul olmayınca büyük bi amaçsızlık içine düştüğünü fark ettim. bu bir şey yapacak kadar donanıma sahip olmamak ve aslında ne yapmak istediğini de bilmemek oluyor aynı zamanda. kendimi okuldan mezun olurken hayal ettiğimde heyecanlanıyorum, hayatım hep istediğim gibi olacak çünkü. öyle ya da böyle bu şehirden kalkıp gideceğim. yol beni nereye götürecek bilmiyorum ama muhtemelen yine gittiğim yere doğru yol alırken şerit çizgilerinin bi anda belirip, sanki biri çiziyormuş gibi kısa bi an uzayıp sonra aniden kaybolmasını izleyeceğim. asfaltın hızla akışı beni uzun süre oyalayacak. içimdeki heyecanı bastırmakla uğraşmayacağım. ayaklarım yere bastığında da derin bi nefes alıp gülümseyeceğim.
gözaltlarıma, düşüncelerime, mide bulantılarıma çaylar demliyorum. seni seviyorum, olay çokça bundan ibaret.
elimde olsa kafamın içine elimi sokar sana dair kaygılanmama sebep olan her bir hücreyi avuçlar atardım. ben kendimden kaçmak için uyumaya mecbur muyum? ben senden kaçmak için sen yokmuşsun gibi yapmayı öğrenmeye mecbur muyum? 
şu an bu ev çok sessiz. eşyalar varlıklarıyla hiçbir şey ifade etmiyorlar. arka fonda benimle birlikte nefes alan saat tik takları var. puding puding gibi tatmıyor. uyuduğum şeyin uyku olduğundan gün geçtikçe daha çok şüphe ediyorum. huzursuzum. üşüyorum ve susamıyorum. az önce dışarıda ambulans sesi vardı. şu an odamda olmayı çok isterdim.

bazı sahneler #1


bu bendeki tövbe estağfurullah hali ne yapacağız ya. ortada proje yok. sunum kartonunu hazırlarken yamuk yapıştırıyorum, boya dağılıyor ley leey deyip geçiyorum ve yarın proje teslimim var. bu rahat tavırlar sabaha doğru bir yanımdan girecek ama hadi hayırlısı.

ya da dün.

bugün on beş saat uyudum ve yedi saat sevgilimden haber alamadım. beş duyu organımdan biri olan burnum bugün benimle dalga geçmek konusunda ısrarcı. ortamda bulunmayan güzel kokuları koklayıp durdum. yapışkan insanlardan ve beklenti yaratmaktan nefret ediyorum. sevgilim sarhoşken gelen ağlama isteğimiyse kendime açıklamakla uzaktan yakından alakam yok. şu an ağzımda kan tadı var. kafam oldukça ağır. zaman genleşiyor. gibi. 

ankara'da popo kesici bir soğuk ve önümde ne yapacağıma hala karar vermediğim bir proje teslimi var. finaller de cabası. cabası. tumblr'da da belirttiğim gibi, olmadığınız şeyleri kafanızdan aşağıya kılıf olarak geçirmeyin, avam duruyor, olmuyor ve fark ediyorum. yapmayın. kitap okumuyorsanız, okumuyorsunuzdur. bu işler alıntı çalmakla olmuyor be.
hayatımda olup biten hiçbir şey şu şehirden nefret ediyor oluşumu değiştirmiyor. insanların, olayların bi şehri sevmeye yetebileceğine inanmıyorum. bitip gitmesini beklediğim hayatımdaki dört yıl. dört saçma sapan yıl. soğuğu ayrı sıcağı ayrı nefret ettiren şehirde dört harcanmış yıl. sanki şimdiye kadar olanlar yetmemiş gibi.

inancım olmadığı anları üfleyip dağıtmak imkansız. geriye dönüp kapımı tekrar kapamak istiyorum bazen. sessizliğinde asılı kalmak. 

yaşıyoruz işte'li günler silsilesi.
bi durum var, adına "film izleyip kitap okumak istemek ama bir türlü yapamamak" deniyor. lanedossun.