bu uykusuzluğu nereye koymalı?


buraya gelmeden önce bir ilaca başlamıştım, hormon için. ağustos'tan beri ilacın yarattığı alerjilerle uğraşıyorum. bitmedi BİTMEDİ. 

bunun dışında hayat fena değil sadece geceleri düşünmekten uyuyamıyorum. her şey hakkında, uzun uzun, çok fazla düşünüyorum. buraya neden geldim? ne yapmayı planlıyorum? neden yapmak istiyorum? nasıl yapacağım? geri dönecek miyim? geri dönmek istiyor muyum? geri dönmeye cesaretim var mı? yaptığım ve yapacağım şey kimin için? kimliğimi bir kenara bırakıp, burası için bir şey üretebilir miyim? yaptığım şeyi  geri dönüp uygulamak için bir ülke bulabilecek miyim?

ne kadar yalnızım? konuşmaya ihtiyacım var mı? kimle neyi konuşmalı neyi konuşmamalıyım? yolda yürürken araba camından bana gülümseyen adama sırf kibar olmak için gülümsemeli miyim yoksa dayatılan bir mimik mi bu? karşımda bira içen adam ne diyor? neden o şekilde diyor? neden öyle bakıyor? söylediği cümle ne anlama geliyor? garsona sesimi duyurmak için ne kadar bağırmam lazım? eve nasıl döneceğim? bu araba güvenilir mi? pazartesiye ne yapmam lazımdı?

projeler yetişecek mi? ne yaparsam daha hızlı okuyabilirim? ya yetişmezse? bugün neden boş geçti? alerjiler neden vücuduma yayıldı? bu ülkenin hali ne olacak? umut var mı? seçim mi olacak? kim niye ağlamış? insanlar neden bu kadar iğrenç kelimeler seçerek konuşmak zorunda? insanlar neden enerjilerini okuyup öğrenmeye ayırmıyor? insanlar neden ayaklanmıyor? elektrik faturası ne kadar gelecek? sabah derse gitsem mi? durakta evsizler olur mu? beni hatırlıyorlar mı? hava soğuyacak mı? bir yerlere yazı yazsam mı? makaleleri ne ara okuyacağım? ya yetişmezse? bu sorumluluk duygusu neden? 

austin mi, abv

nasılsınız afiyettesiniz inş. beni soracak olursanız durumlar biraz karışık.

her şey 10 saatlik uçuş ve toplam 24 saatlik varıştan tam beş gün sonra gerçekleşti, austin'e geldim. her zamanki gibi airbnb'den bulduğum evi bulmam dünyalar aldı, hayattan bezdim. tek iyi yanı avrupa'nın tersine havaalanından eve $2.5'a gelmiş olmam olabilir.

evi bulmak için milyar tane insana sordum, hiçbiri bilemedi. en son sesli sesli tartışırken kadının biri "benim kardeşim orda oturuyo götüreyim gel" dedi, sayesinde eve ulaştım. aynı zamanda ev sahibi de giriş kapısında belirdi. "aaa ne tesadüf" dedi gülerek, sıcaktan iğrenç olmuş alnımla kafa atmak istedim ama atmadım. bavulu bagaja attım, evin önüne gittik arabayla. bavulu indirirken sapı koptu. yetmedi eve varış yolundaki toplam 5 adet basamağı 23 kiloluk şeyle çıkmaya çalışırken ben, kendisi gidip kapıda bekledi ve bana "almost there" dedi. bitti mi sandınız? yoo. evde kedi çıktı (bilmeyenler için kedi alerjim var). bitti mi sandınız? yatak çarşaflarında saç çıktı. bitti mi sandınız? yatakta patlamış mısır çıktı. bitti mi sandınız? yatak demiri sırtıma batıyordu. bitti mi sandınız? 15 dk. yürüme mesafesinde dediği otobüs durağı otoyoldan yürümemi gerektiriyordu. 

önceki gece hiç uyumadığım için aralıklarla akşam ona kadar uyudum. bu sırada nefesim daraldı, kalbim deli gibi atmaya başladı ve annemlere "iyi yaa uyyom" falan yazdım. uyku arasında ev sahibi bir ara sağolsun converter getirip verdi. sonra akşam on birde artık stresten kalbimin sıkıştığı noktada "alerjim kötü oldu benim gitmem lazım" diyerek, kendimi facebook'tan tanıştığım, evinde bir gram eşya olmayan arkadaşımın evine bıraktırdım. evden çıkmadan önce "it's a long drive" dedi bana, on dk long drive.

bu sırada sevgili arkadaşım benim için şişme yatak bulmuştu fakat pompası yoktu. kendisinde pompa olan yatakla pompası olmayan yatağı şişirdik. üzerime thy'nin uçakta verdiği pikeyi örtüp hayata lanet ederek uyudum. 

cumartesi günü gps'im olmadan allahın ulaşımın belasını verdiği bu yerde sora sora yeni sim kart almaya gittim. durak isimlerinin yazmadığı bu mikemmel yerde bi şekilde yolumu bulduktan sonra gittiğim dükkandaki sydney'li çalışan "it is all about life in sydney, it is all about money in here" dedi. burada bulunduğum bir ay gibi gelen 4 günde duyduğum en bilgece söz olabilir. 

sim kart almaya gittiğim yerde bi de baktım ki target var. "aaaa" dedim, "lan ben bunu duydum ya". iki üç saat sonunda POMPALI bir şişme yatak, iki çift çarşaf, bir suluk ve her şey $1'cıdan aldığım ıvır zıvırlarla otobüs durağında beklerken, binip eve gidebileceğim otobüsü anlamadığım için 45 dk otobüs beklemek durumunda kaldım. austin'de ağustos ayında 45 dk otobüs beklemek istemezsiniz. bu sırada yanımda evsiz bir siyahi belirdi, puro ve bira içirip tükürdü, anlamadığım bi şeyler söyledi. havaalanından otobüs aktarması yaptığım durakta beraber beklediğim eroinmandan sonra bir alkoliği kaldırabildim mi? hayır. güneşte altıma yapayazaraktan bekledim. bitti mi? yoo, daha sonra yolun YANLIŞ TARAFINDA BEKLEDİĞİMİ SÖYLEDİLER. biraz da karşıda bekledim :)

pazar günü bu böyle olmayacak diyerek bisiklet bakmaya gittik. en ucuzunun $250 olduğunu öğrendikten sonra ihihihi diyerek eve geri eridik.

bugün (08.09.16) ise ilk defa okula gittim. olaylardan sonra amacımı hatırlamak iyi hissettirdi aslında, bi türkle tanıştım, evinde kalmak için anlaştım gibi bi şey oldu. fakat gün bununla biter mi? yoo teb banka kartımı atm'nin içine düşürdüm. atm'nin bozuk olduğunu anlamadım, tutacak falan sandım. atm yardım hattını aradım, atm'yi yeniden başlatacağız, normalde kartı yok etmesi lazımdı dediler. atm kartı atarsa alabilirsin yoksa gidecek dediler. bir süre bekledim. atm bir şey yapmadı. yandaki dükkana gidip sakız aldım. kalemin ucuna sakız yerleştirip kartımı almaya çalıştım, olmadı. en son yandaki dükkana girip derdimi anlatmaya çalışırken ağlamaya başladım. adam cetvel ve sakız alıp bir süre uğraştıktan sonra kartımı çıkardı. teşekkür edip ağlayarak dükkandan çıktım. bir süre daha ağladım. kuytu yer olsaydı daha da ağlardım. ULAN DAHA CUMA GELDİM. 

koliler koliler koliler

üç koli kıyafet kaldırdım. ikisi kalacaklar, biri verilecekler. kalacaklar genelde ankara kışı için olanlar. hiç ankara kışı için alınmış kalın kıyafeti olmayan insanları düşündüm bir ara. dışarıda hala biraz kıyafetim var, kalan zamanda giyeceğim ve sonra birkaçını daha atacağım şeyler. madrid macerasından aklımda kalanıyla, nasılsa istediğim hiçbir şeyi bavula sığdıramayacağımdan içinde "belki" geçen cümleler kurduğum her şeyi bırakıyorum.

eşyalarım da sıkıntı değil aslında ama yanımda götürmek istediğim birkaç şey de yok değil. mesela hoperlörüm, tarayıcım, bambum, teraryumum ve birkaç kitabım. kitapları bi şekilde götüreceğim. hoparlöre de belki alışabilirim de TARAYICIM OLMADAN ASLA.

bayram sebebiyle bir hafta ankara'da olmayacağım ve dönünce her şey aşırı hızlı olacak sanırım. korkuyla karışık bir heyecan içindeyim.

herhangi bir eşyanın üzerine üç kez düşünürsem verebilecek kafaya erişiyorum, yazlardan nefret ediyorum, sürekli tetris ve kelimelik oynuyorum.

prizler için adaptör almam lazım.
birkaç gündür çeşitli aralıklarla metro muavini rezaletini okuyorum sözlükte, insanlar ne diyor ne konuşuyor falan diye. her yorumun sonu bir "siktiğimin bilmem neyi", "orospu çocuğu", "vay amk" ile bitiyor. yav siz gerizekalı mısınız ya?

bir noktaya kadar "amk" kelimesini (?) ben de kullanıyordum, ne yazık ki ünlem halini almıştı bu. hala daha arada kullanıyorum ve kendimden rahatsız oluyorum. tamamiyle düzeltemedim. bu benim kişisel ayıbımdır ve sosyal medyada bunu yapmamaya çalışırım. şimdi siz çıkmış son derece vahim bir şey üzerine yorum yaparken, aynı çürümüşlüğü farklı koldan tekrarlarsanız ancak ve ancak silik kopyalar oluşturursunuz. hiçbir şeyi eleştiremezsiniz.

sanki bu modern kadın/erkek örneği yazarlar, bu açık fikirli insanlar lise ortaokul yıllarında hiçbir kızı, erkeği yargılamamış da, hiç küfür etmemiş de şimdi bir başka beyin yoksununun yaptığını annesi üzerinden yargılıyor. bu "orospu" çocuğunun onu yetiştiren, pipisini amcalara gösteren, aslan oğluşunın sırtını sıvazlayan, boşluk buldu mu çoluğun çocuğun bacağına göğsüne bakan babası yok mu? hadi onu da geçtim beyni yok mu bu organizmanın?

genel olarak dünyadan yıldım da bu ülkeden hakikaten yıldım. bu kadar çökmüşlük neyle temizlensin ya? gidin. imkanınız varsa bırakın gidin. başka bir yaşam yok, burası sizin ülkeniz değil.  

ev bulma sanatı

bir süredir ev bulmaya çalışıyorum. başlangıçta bir sürü insan sadece mayıs-temmuz arası evlerini kiraya verdiği için dedim herhalde bulamayacağım. sonra yavaştan tüm yıl için kiraya vermeye başlayanlar veya ev arkadaşı arayanlar çıkmaya başladı. bu sefer de kira çok fazla geldi. sonra saldım, iki üç hafta falan hiçbir şeye bakmadım. bu sırada tee ilk ev aramaya başladığımda bana mesaj atan çocuk aklıma geldi, emlakçılar ücret almıyormuş amerika'da. ücreti ev kiralayandan değil, mülk sahibinden alıyorlar. bi an beni kekliyor sandım ama sonra birkaç emlakçı daha aynı şeyi söyledi. 

çarşamba günü skype görüşmesiyle ev gezeceğim ahah. umarım başıma bi iş gelmez ya. girdik bi yola da valla HAYIRLISI. tabi bununla bitmedi. ev eşyasız, dolayısıyla gittikten sonra yatak almam ve onun nakliyesini falan gerçekleştirmem ama ondan da önce ev arkadaşı bulmam gerekecek. daha önce burada kendine ev arkadaşı falan aramamış bi insan olarak hiç görmediğim bi insanla, hiç gitmediğim bi ülkede eve çıkacağım. yüksek ihtimalle de kira kontratını uzaktan uzağa imzalayacağız. 

bilemiyorum altan bilemiyorum. 

I - gidiş öncesi

mayıs'a birkaç kala bazı işemeli kusmalı süreçlerimden bahsetmek isterim. şaka şaka kusmadım. ama ufak sinir krizleri yaşanmadı değil.

bundan yaklaşık olarak dört ay sonra ARRRRIVEDERCIIII diyerek ülke sınırlarını terk ediyorum. fakat buralara gelmeden önce parsons ve school of visual arts gibi kolumu isteseler vereceğim okullara kabul alıp, param yetmediği için gidememek, pazarlık yapmak, verilen artı bursa rağmen yine de gidememek gibi sıkıntılı şeyler yaşadım. evet, okulla pazarlık ettim arkadaşlar. aynı okula "VALLA ELDEN GELEN BU BAŞVURUYU KABUL EDİYOSANIZ EDİN YOKSA SORRY" falan da dedim. bu özgüvenin kaynağı neresi diye sorulacak olursa, cüzdanımın boşluğu derim. kabul alsam bile gidemeyeceğimin bilincinde olarak başvurduğum bu iki okul tıpkı üniversiteye giriş sınavında ilk sıraya koç tam burslu yazmam gibiydi. bir mucize falan olursa, her şey değişebilir umudu.

ama buralara gelmeden önce böyle işlere kalkışacak arkadaşlara ufak bir iki önerim var. başvuru paraları KOL gibi arkadaşlar. bunun yanında güzel sanatlar dallarından başvuracaksınız artı olarak bir de portfolyo upload parası bayılacaksınız. bunlara ek olarak başvururken içinizin acıyacağı bir başka yer ise kargo.

ups'in bana euro cinsinden fiyat vermesinin akabinde kendimi ağzım açık ptt sayfasında bulup, amerika kargosunun 65tl olduğunu öğrendikten sonra ptt'nin 10 gün içinde falan ulaştıracağını vadettiği transkriptimi yollamış bulundum. peki ne oldu? 10 oldu, 15 oldu falan derken kargo ulaşmadı bi türlü. şu anda net olarak hatırlamıyorum ama (sekiz okula başvurunca beyin gitti) bir süre içinde yetişmesi gerekiyordu ve YETİŞMEMİŞTİ. en son kendimi ptt çağrı merkezindeki çalışana "İNSANLARIN GELECEĞİYLE OYNAYAMAZSINIZ TAMAM MI????? SİZ KİMSİNİZ YA??? NE OLACAK ŞİMDİ BU????? yani biliyorum sizin suçunuz yok ama BEN KİME ANLATAYIM DERDİMİ NAPICAZ??? tamam not alı-YA ON YEDİ GÜN OLDU YOK HALA!!!" diye haykırarak ağlarken buldum.

neyse sonra durumlar çözüldü ve ben bizim okulun çok cüzi miktarlara anlaşmalı olarak dhl ile transkript yolladığını fark ettim. awwwwwwwwwwwww. 

başvuru durumları hallolunca beni uzun bir "kabul alamayacağım", "alsam da para yetmeyecek", "ya buna eksik mi yolladım", "ay acaba niyet mektubuna şunu da mı yazsaydım" süreci karşıladı. derken ilk kabul en son sıraya koyduğum okuldan geldi. insanoğlu nanköööör, seviniyosun ama en sonuncuydu ya, anlatabiliyo muyum? neyse sonra yavaş yavaş kabuller, skype görüşmeleri başladı. telefonda zaten felaketimdir, skype üzerinden anadili ingilicce olan insanlarla konuşacak olmak düşüncesi beni daha da gerdi ama üstü ciddi altı aşortman stilimden vazgeçmedim. şubat dolaylarında gerçekleşen bu görüşmeler mart'a doğru sonuçlanırken "ulan resmen gidiyorum ya?" hissiyatı da yavaştan gelmeye başladı. tabi bununla gelen burada bırakacağım insanlar durumu da var ama oralara girmek istemiorm..........

ileri sararsak, sonunda bir yerin teklifini kabul ettim ve vize için sağlık raporu süreci başladı. bunun ilk meyvesi kolumda ayrı bir organizma yaratan PPD testi oldu. tüberküloz için yapılan bu testi verem savaş dispanserinden zıps diye olup çıkabilir 2-3 gün sonra gidip zıps diye sonucu öğrenebilirsiniz, zaten kimse gelip gitmediği için genelde çay partisi veriyor oluyorlar. gideceğim eyalet sürekli güneşli olduğu için ne olur ne olmaz alerji testi yaptırdım, zira geçen yaz kedi yüzünden nefes alamayarak geberiyordum ve alerjim olduğunu o ara öğrendim. en fazla alerjim ev tozu diye bir şeye çıktı ama kış boyu battaniye ile yatan şahsımın bundan bi şey anlamadığını söylemek mümkün.

vize için gerekli olan sağlık raporu biter de okulun ki başlamaz mı yav? tabi ki başlar :)))))9 e cinslik bedava PPD testinin amerika dışında yapılanını kabul etmeyen okul için bir de IGRA kan testi araştırmasına girişmem gerekti fakat henüz tamamlamadım. hacettepe'ye gidip gelmekten ciğerim soldu ve aldığım son mayış tükeniyor arkadaşlar. varsa etrafta grafik tasarım, video editing falan işleriniz varsa paslayın.

nası bağladım?
güzel.

öpt bye 
kelimenin tam anlamıyla evde çürüyorum, adil kullanım kotası zımbırtısı belirdi sekmede. bazen bir an için yaz sanıyorum, içimi saçma bir heyecan ve mutluluk dolduruyor. umutlu falan hissediyorum sonra bombalar patladığını hatırlıyorum, geçiyor. 

soothe

hiçbir zaman her şeyin güzel olduğu fikrine kapılmadım. belki o an güzeldi ya da az önce güzeldi ama arka planda hep bir şeyler sürmeye devam etti. iyi olsa bile bir yerlerde iyi olmadığını bilmenin sebep olduğu huzursuzluk hissi.

bugün eve dönerken aklımdan ilk defa şu geçti "sevdiğim insanla güzel şeyler paylaşabildiğim her gün güzel". beni sakin sonra daha da sakin yapan, sevmeyi öğrenmeye iten, bunun için çaba harcama enerjisini kendimde yeniden bulmamı sağlayan ve insan olduğumu hissettiren adamı nereye nasıl koysam bilemiyorum. herkesin bildiği sıfatların altına sokuşturabilirim elbet, böyle bilinebiliriz ama her nefes alışımda sanki ciğerime daha fazla oksijen doldurabiliyormuşum gibi hissettiren bir insanı nasıl tek bir şeyle tanımlarım? 

öğrendiğim bir şey varsa o da herhangi bir insanı tamir etmeye çalışmanın bir işe yaramadığı ve insanın yalnızca kendisine zarar verdiğidir. yorgun hissettiğimde, devam edecek gücüm olmadığını bildiğim zamanlarda karşımdaki insandan istediğim de bu oldu. kendi canı acısa da iyileşmeme izin veren bu saygı karşısında tarifi zor bir minnet duyuyorum. belki de ben kimseye böyle bir saygı gösteremedim bugüne dek. 

istemsizce de olsa canını yaktığım birini nasıl incitmeden severim? geçtiğimiz iki ay bunu düşünürken üzüntüden öleceğim sandım. duygularım öyle karmakarışık oldu ki her şeye her an kırgın hissettim, çokça ağladım, kötü zamanlar yarattım. hem kendim için, hem bizim için. pes etmedim, belki biraz yoruldum ama beni üzen de beni iyi yapan da hep aynı. sarıldığımda, dokunduğumda, öptüğümde beni iyileştiren aynı.

do'nun dediği gibi, "iyi olmasını istiyorsan, bırak olsun."

sadece olduğu insan olarak beni daha iyi biri yapan bu adamı bavuluma saklayıp götürmek istiyorum.


sevgili blog, bugün nerde yaşasam diye düşündüm. insan gerçekten hayret ediyor.

6

her şeyin nasıl başlayıp, bittiğine ve nasıl başlayıp bitemediğine ve hatta her şeyin nasıl da başladığına dair yazılar yazmaya az kaldı. o zamana kadar, biz yine şuna dönelim:

kalbim acıyor, açıklayamıyorum. söyleyebiliyorum ama açıklayamıyorum.