bu yazıyı şu anda madrid'den bile değil, madrid metrosundan yazıyorum. çümkiii yolum çok uzun. dün gece hiç uyumadım, hatta uyumadık, ferik bu sabah istanbul'a doğru yola çıktı ben de dört gün sonra dönüyorum. erasmus hakikaten de ZIRT diye geçiyormuş amk.
unutmak istemediğim için yazmak zorunda olduğum bisssüürü şey var: paris'in son yazısı, barcelona, lizbon, cascais, belem, sintra ve tabisi de madrid'de son yazıdan beri olanlar. şu anda yanımdaki çocuk bilgisayar ekranına bakıyor. okuma yazma bilse bile bi bok anlamayacağı için çok eğleniyom. küçük çılgınlıklar.
madrid'de devam eden hayata dönelim, şu anda internetim olmadığı için en son ne yazdığımı hatırlamıyorum. ama olan biten ana şeylerden bahsedeceğim. öncelikle real madrid - atletico maçı. aslında yani MEĞERSEM, burdaki nası yazılıyor hatırlamadığım bernabeau falan gibi ünlü münlü pünlü stadda şampiyonlar ligi final maçının bedava gösterimi varmıştı. bi keresinde sınıftaki lokal öğrenci kankalarla dışarı çıktığımızda muhabbeti geçmişti ama ben çok kulak kesilmemiştim. ama ferik için konu aynı değildi be karşim. stada dev ekranlar kurup maç gösterimi yapacaklardı hemi de biletler bedavaydı. ama bundan kesin olarak maç günü haberdar olunca, biletleri karaborsaya düşmüş yirmi küsür fiyatıyla almak gerekiyordu ki YOK ARTIK AMK. öyle bi şey yapmadık. onun yerine gittik atocha'da 100 montadios'ta (belki adı yanlıştır bilemezsin) ayı gibi yeyip, sangria içip lokallerin bağırışmasıyla plazmadan izledik. hatta menü aldığımız için daha sonraları barselona'da parçalanan bi çantamız bile oldu.
asıl mesele sonrasında başladı ama. madrid'de iki adet ana su havuzu var. cibeles ve neptuno (?) maçı real madrid alınca kutlama cibeles'te oldu. çünkü neptuno atletico'nun cibeles real madrid'in kutlama yeriymişti. e tabi kimin kazandığı -en azından benim- çok da sikimizde olmayınca adeta tuttuğumuz takım yenmişçesine atletico taraftarıyla dalga geçerekten cibeles'e seyirttik. bu sırada çocuğun biri el kol yaparak donde este atletico gibi bi şeyler söyledi ki şunu demeye getiriyor: atletico taraftarı nerdesiniz amıaakoyim.
alanda toplaşmış insan kalabalığına çok olmasa da az biraz şaşırdık ama daha çok şaşırdığımız ve hoşumuza giden şey -ki bunu maç izlerken de fark etmiştik- erkeklerden çok kadınların maç için coşkulu olmasıydı. ya da en azından öyle gibi görünüyordu bir süreliğine. alanda da durum değişmemişti kızlar bağırıp şarkılar söylerken, erkekler sadece mutlu görünüyordu. dağılımın eşitliği hoşumuza gidedursun, birden bire alana ait olmayan iki tip çarptı gözüme. bi tanesi bordo kahve karışımı deri ceket giymişti, öteki de kara kuru siyahlar içindeydi. millet sağımızdan solumuzdan geçmeye çalışırken ben de adamlardan gözümü ayırmadım ve insanlar geçerken adamın elini pantolon cebi hizasından deri ceketinin cebine kaldırıp oraya bi şey attığını gördüm. sonra beş altı adım ötemizde kalabalıkla bağırıp slogan atmaya çalışmalarını izledim yalandan. derken başka bi kızı kestiğini görüp, kıza adamın yankesici olduğunu dikkat etmesi gerektiğini söyledim. sonra başka iki çocuk adamları güzel dille kalabalığın içinden çıkmaları gerektiğine ikna etti(!) biz de iki dakika sonra insanları yararak merkeze doğru yürümeye başladık. gece çeşitli zaman aralıklarında keşke adamı gördüğümde bi şey deseydim diye üzüldüm. kendimi cüzdanı çalınan insanın yerine koyup daha da fazla üzüldüm. ama elden bi şey gelmedi tabi pek. sonra gece boyu sokaklarda dolandık, genel olarak herkes kafayı bulmuştu, atleticolular dahil.
birkaç gün sonra barselona'ya gittik zaten ama onlar başka yazının konusu. iki haftalık gezmeler dönüşü gidişime bir hafta kaldığından aylık abono'yu almamaya karar verdim, zira kendisi 40 euro. fekat. neler oldu. ferik'le lizbon dönüşü merkeze gidelim diye yola çıktık. bizim evin olduğu yer dünyanın en saçma metro düzenine sahip. anlatıyom dinle: ev b1'e dahil. b1'de de 12. hat var. okulun dahil olduğu hat. benim aylık abono her şeyi kapsıyordu dolayısıyla. merkezden tut havaalanı dahil. 12. hat için metro sur bileti var. sadece o hatta çalışıyor. bir de metro bus var, merkez bileti. ben zaten bu biletleri madrid'de bulunduğum süre içinde 1 ay falan kullandım toplamda, ona rağmen de anlamamıştım nası işlediğini. benim kafamda metro şöyle işliyodu: evden merkeze giderken metro sur bas, merkez içinde gerek olursa metro bus kullan, eve dönüşte metro sur'u tekrar bas. ikisinin toplamı 20 euro'yu geçiyor zaten. o gün de aynı şekil yola çıktık. daha dört durak gitmiştik ki metroya SEGURIDAD girdi. biletleri kontrol ediyolar, ben de olay hakikaten böyle işliyor diye gayet rahat verdim bileti. adam dedi ki "bizimle dışarı gelmeniz lazım". indik metrodan, adam dedi bu bilet olmaz 30 euro ceza ödiyceniz. yaklaşık on beş dakika falan adama evin ordaki metro istasyonunda diğer biletin satılmadığını, tek biletin o olduğunu anlatmaya çalıştım. başlangıçta 3 olan görevli 5-6 oldu. zaten ingilizce'leri ya yok ya da çat pat ne dediğini tahmin etmeye çalışıyoruz. pasaport sordular, evde dedik, ki kaç aydır burdayım bir kez pasaport sorulmadı bana. sonra dedi ki, eğer şimdi nakit öderseniz sadece 30 euro. yok eğer polis gelirse kişi başı 30. dedik biz yanlış bi şey yapmadık, suçlu değiliz, ödemeyiz, çağır polisi. o sırada bi başkası cüzdanımda abono'yu gördü. onun üstünde de pasaport numarası var. ona bakarken bi başkası o zaman polisi arıyorum konsolosluğa gidersiniz ordan dedi. e canımıza minnet amk ara dedik çağır polisi. sonra aniden polisi aramaktan vazgeçtiler. ferik'in pasaport numarası hiçbir şekilde yok ama. dedi hiç mi nakit yok dedim yok amk yoooook, kredi kartı da olur dedi, o da yok dedim. turistiz bilmiyoruz dedik. adam "turistsiniz ve paranız yok?" dedi. dedim aylardır burdayım param bitti, gidiyorum zaten. o sırada da öğrenci olduğumu söyledim arada bi yerde nası oldu hatırlamıyorum. ondan sonra aralarında en yavşak olan ve bol bol konuşanı öğrencisin ve ispanyolca bilmiyorsun???? diyerek çeşitli temel kelimeler söyledi. onları biliyorum amk dedim. sonra ispanyolca bilmiyor musun diye sordu ispanyolca e onu da anladım bilmiyorum dedim. aylardır herkes aynı şeyi söylüyor amk çocuğu herhalde öğrendik. kaldı ki fransızcaya benziyor biraz, anlaşılıyor bazı şeyler. nerden geldiniz dediler, türkiye dedik. sonra baktılar olmayacak tamamen ispanyolca olan bi makbuz yazdı, dediğine göre 5 gün içinde parayı ödememiz gerekiyomuş. yoksa ülkeden çıkamazsın dedi bana amın oğlu. ben de imzalamam ne yazdığını anlamıyorum orda dedim. benim pasaport numarasını ferit'in de pasaport numarası olduğunu zannettiği bi şeyler karaladılar. beş gün içinde bankaya yatırman lazım yoksa çıkamazsın dedi.
son olarak adama beni niye polis çağırırım diye tehdit ettin az önce açıkla şimdi diye on kere falan bağırdıktan sonra eve dönüp, ev sahibiyle konuştuk çümki kadının yan komşusu polisti. hohoh ohohoh. neyse öğrendik ki bi şey olmazmış. evsahibi sizi havaalanında alıkoyacak kadar organize değiller bişicik olmaz dedi. hatta tarihi falan değiştirin ya makbuzdaki dedi. içler rahatladı ama o sinirle bi daha çıkmadık. lucy'i gezdirdik mideyi bozmuş. her yere ishal ishal sıçtı.
şarjım bitiyo şimdilik bu kadar. eve gidince bi iki şey daha ekleyeceğim bay.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder